Hayatımızda Sabrın Önemi

 

Zorlu bir dünya hayatı geçirmekteyiz. Yaşamak zor, hayatı her an aynı seviyede yaşamak zor, imansız bir hayat geçirmek çok sıkıntılı bir durum, imanı muhafaza zor. Zenginin zenginliğini koruyabilmesi, fakirin fakirliğin vermiş olduğu sıkıntılara göğüs germesi zor. Hayatın zorluğuna karşı çaresiz miyiz? Hayır. Çare sabırdan geçmektedir. Bir zorluk varsa o zorluğa dayanıldığı müddetçe, sabır gösterildiği müddetçe kolaylık elbette vardır. Yüce Allah (c.c.) ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır.

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراً {} إِنّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراً {} فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ {} وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ

“Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.”[1]

Her güçlükle beraber bir kolaylık var ise o zaman güçlük başımıza geldiği zaman feryat figan etmeden sabır göstermek gerekir. Çünkü sabır gelen sıkıntı karşısında katlanmak değildir, gelen sıkıntıya göğüs germektir. Sabır gösterilmeyip de kişinin kendisini perişan etmesi ve daha sonra “başa gelene katlanacağım, bana sabır etmekten başka bir şey düşmez” doğru olmayacaktır. Sabır sıkıntının geldiği anda ona göğüs germekle gösterilir. Sabır gösterilecek ise, işte tam bu noktada –yani zorluk geldiği anda- gösterilmelidir. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde sabır gösterilmesi gereken zamanı şöyle vurgulamaktadır.

Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, (çocuğunun) mezarı başında (bağıra-çağıra) ağlayan bir kadının yanından geçti.

Ona: “Allah’dan kork ve sabret!” buyurdu.

Kadın: Çek git başımdan; zira benim başıma gelen felâket, senin başına gelmemiştir, dedi.

Kadın Hz. Peygamber’i tanıyamamıştı. Kendisine, onun Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kapısına koştu, orada kapıcılar yoktu. (Özür beyân etmek üzere Hz. Peygamber’e):

- Sizi tanıyamadım, dedi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: “Sabır dediğin, felâketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır” buyurdu[2]

Sabır hayatımızın vazgeçilmezleri arasındadır. Sabır ahlakımızın olgunlaşması için gerekli olan prensiplerdendir. Sözlükte “dayanma, dayanıklılık” gibi anlamlara gelen sabır, ahlâkî bir kavram olarak, başa gelen musibetlerden dolayı Allah’tan başka kimseye şikayetçi olmamak, yakınmamak, sızlanmamak; nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve âhiret yararını düşünerek, ruhi dengeyi bozmamak için insanın kalbinde bulunmakta olan sükûnet ve dayanma gücü demektir.[3]

Kur’an-ı Kerim’de sabırla ilgili ayet-i kerimeler şöyledir.

“Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışında (düşmanlarınızı) geçin!”[4]

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ {} الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ {} أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar (sabredenler) ; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.”[5]

“Sabredenlere, felâketlere karşı dişlerini sıkıp göğüs gerenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.”[6]

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ

“Ey iman edenler! Başınıza gelecek her şeye sabretmekle ve namaz kılmakla Allah’tan yardım isteyin. Allah sabredenlerle beraberdir.”[7]

Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde müminin halini şöyle tasvir etmektedir.

عَجَباً لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ ، وَلَيْسَ ذَلِكَ لأِحَدٍ إِلاَّ للْمُؤْمِن : إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْراً لَهُ ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خيْراً لَهُ

“Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.”[8]

İnanan insanların başına bela ve musibet gelmesi onlar için bir imtihan vesilesi, hatalarının affedilmesine bir sebep, sabır gösterilebilirse dünya ve ahiret hayatında mutluluğa ulaşılmada bir fırsattır. Bu sebeple mümin başına gelenlere şer gözüyle bakmamalıdır. Çünkü gaybı bilen Allah’tır. Başımıza gelenlerin bizim için hayır mı? şer mi? olduğunu ancak Allah bilmektedir. Bu sebeple hangi durum olursa olsun inanan bir gönül için fırsattır. Feryatlarla, ağıtlarla gelen sıkıntıyı karşılamak yerine sabır göstermek, Allah’tan gelenin hoş olduğunu kabul etmek zorda olsa en doğru davranış şeklidir. Bu husus şu dizelerde ne güzelde özetlemiştir.

Hoştur bana senden gelen:

Ya hil’at ü yahut kefen,

Ya taze gül, yahut diken...

Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.

Sabır belayı nimete dönüştürür. Nimet sabırla şükre dönüşür. Bir hadislerinde Alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgililer Sevgilisi şöyle bir müjde vermektedir. “Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslüman’ın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.”[9]

Sabır nurdur. Kişiyi karınlıklar içerisinde aydınlatır. Sabır göz aydınlığıdır. Sabır hayatı hayat yapar. Belaları savar, zorlukların üstesinden gelinir. Kalbin içinde bulunduğu hüznü hafifletir. Yaratanı unutturmaz. Sabır hayrı hatırlatır. Alemle bakış değişir sabırla. Ferahlık gelir sabırla. Sükunet iner sabırla. Bunalımlardan kurtuluş sebebidir sabır. Sabrın sonu selamettir. Selamet yurdu ise cennettir. Sabır cennete götürür. Sabır kişiyi Rabbine götürür. Sabır dünya ve ahiret huzuruna, mutluluğuna götürür.

Peygamber Efendimizin hayatında vaki olmuş bir olayla Sevgili Peygamberimizin başa gelenlere karşı göstermiş olduğu davranış şeklini şöyle öğreniyoruz. Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kızı Zeynep Efendimize şöyle bir haber ulaştırmıştır. “Oğlum ölmek üzeredir, lütfen bize kadar geliniz.” Peygamberimiz bu habere karşı şöyle cevap göndermiştir. “Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin” Hz. Zeynep tekrar mutlaka gelsin diye haber gönderince, Bu defa Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanında Sa’d İbni Ubâde, Muâz İbni Cebel, Übeyy İbni Kâ’b, Zeyd İbni Sâbit ve başka bazı sahabeler olduğu halde kalkıp kızına gitti. Çocuğu Hz. Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Resûlullah’ın gözlerinden yaşlar boşandı.

Durumu gören Sa’d İbni Ubâde: Ey Allah’ın Resûlü, bu ne haldir? dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de:

“Bu, Allah’ın, kullarının kalbine koymuş olduğu merhamet duygusudur” buyurdu.[10]

Azalarından herhangi birinin noksan olması sebebiyle sıkıntıda olan gönüllere Efendimiz tarafından bir şifa bildirilmektedir. Peygamber Efendimi (s.a.s.)’den rivayekle bir kutsi hadiste “Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Kulumu, iki gözünü kör etmekle imtihan ettiğim zaman sabrederse, gözlerine karşılık olarak cenneti veririm.”[11]

Başa gelen sıkıntılardan dolayı sabretmeyip ölüm temennisinde bulunmak ise Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. Bir hadislerinde bu durumu ve başa gelenlerden dolayı neler yapılması gerektiği şöyle bildirilmektedir. “Başına bir musibet geldi diye hiç biriniz ölümü temenni etmesin. Mutlaka böyle bir şey temenni etmek zorunda kalırsa: ‘Allahım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür’ desin.”[12]

İlk Müslümanların müşriklerden görmüş olduğu eziyetler ve bu eziyetlere gösterilen sabır hatırlamakta fayda vardır. Safvân b. Ümeyye'nin kölesi olan Ebû Füheyke, efendisi tarafından her gün ayağına ip bağlanarak, kızgın çakıl ve kumlar üzerinde sürükletilirdi. Demirci olan Habbâb, kor hâlindeki kömürlerin üzerine yatırılmış; kömürler sönüp kararıncaya kadar, göğsüne bastırılarak kıvrandırılmıştı.

Ammâr'ın babası Yâsir, bacaklarından iki ayrı deveye bağlanıp, develer ters yönlere sürülerek parcalanmış, kocasının bu şekilde vahşice öldürülmesine dayanamayıp müşriklere karşı söz söyleyen Sümeyye, Ebû Cehil'in attığı bir ok darbesiyle şehit edilmişti. Halef oğlu Ümeyye, kölesi Habeşli Bilâl'i hergün çırılçıplak kızgın kumlar üzerine yatırır, göğsüne kocaman bir taş koyarak güneşin altında saatlerce bırakır; Hz. Peygamber (s.a.s.)'e küfretmesi, Müslümanlığı terk etmesi için ezâ ederdi.

Peygamberimizin çekmiş olduğu sıkıntılar ve bu sıkıntılara karşı göstermiş olduğu sabır elbette gönüllerimizde yer etmelidir. Efendimize hakaret, işkence ve her türlü kötülüğü yapmaktan çekinilmemiştir. Geçeceği yollara dikenler döküyorlar, üzerine pis şeyler atıyorlar, kapısına kan ve pislik sürüyorlar, evinin önüne pislik atılıyordu. Bir defa Harem-i Şerifte namaz kılarken "Ukbe b. Ebî Muayt" saldırıp boğmak istemiş, Hz. Ebû Bekir kurtarmıştı. Başka bir zaman, Kâbe'nin yanında namaz kılarken, Ukbe b. Ebî Muayt Ebû Cehil'in teşvikiyle yeni kesilmiş bir devenin iç organlarını, secdeye vardığında üzerine atmış; kızı Fâtıma yetişip üzerindeki pislikleri temizledikten sonra, başını secdeden kaldırabilmişti. Müşriklerin tek taraflı ilan ettikleri ve üç yıl süren boykotta ise Müslümanlarla beraber Efendimiz çok büyük sıkıntılara maruz kalmış, bu günlerde çekilen açlığın giderilmesi için midelere, sırtlara taşlar bağlanmıştı.

Alemlere rahmet olarak gönderilen, bir işaretiyle dağları taşları müşriklerin başına geçirmeyi bekleyen Cebrail (a.s.) olmasına, Sevgilinin en Sevgilisi olmasına rağmen böyle sıkıntıların başa gelmesinin hikmeti nedendir. Bu husus düşünülmelidir. Alemler hürmetine yaratılan bir Peygamber başına gelenler için hiçbir sıkıntıya, sabırsızlığa, ümitsizliğe düşmemiş, bunun yanında sabır, şükür, istiğfar dilinden eksik olmamıştır. Bu olaylardan biz Ümmet-i Muhammed’e de dersler çıkmaktadır. Başımıza Efendimizin başına gelen sıkıntıların ne kadarı gelmiştir ki sabırsızlık gösterelim. Beraberce bir düşünelim Efendimizin hayatını. Daha doğmadan yetim kalmıştır, çocukluğunu yaşayamadan annesini kaybetmiştir, en zor zamanında amcasını, eşini kaybetmiştir, bir çocuğu hariç bütün çocuklarının ölümünü görmüştür, yukarıda dile getirdiğimiz üzere türlü türlü sıkıntılara maruz kalmış, açlıkla, savaşla daha birçok sıkıntı ile imtihana tabi tutulmuş. Bizde Ümmet-i Muhammed olarak bize verilene şükretmek başımıza gelene sabretmek zorundayız.

Yüce Rabbim bu günlerde yapmış olduğumuz ibadetlerimizi kabul eylesin. Günahlarımızı affeylesin. Sabırla geçen bir hayatın sonunda selamete, cennet yurduna ulaşmayı bizlere nasip etsin. Allah’a emanet olun. Cumanız mübarek olsun.

www.guncelvaaz.com

Ahmet ÜNAL

Vaiz



[1] İnşirah, 94/5-8

[2] Buhârî, Cenâiz 32

[3] Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB yayınları, “Sabır” md.

[4] Al-i İmran, 3/200

[5] Bakara, 2/155-157

[6] Zümer, 39/10

[7] Bakara, 2/153

[8] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 28

[9] Müslim, Birr 49

[10] Buhârî, Cenâiz 33

[11] Tirmizî, Zühd 58

[12] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 41

Tags

Yazdır   e-Posta