Gün Acılarımızı Paylaşma Günüdür (Vaaz)

Acılar Paylaştıkça Azalır

عَجَباً لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ ، وَلَيْسَ ذَلِكَ لأِحَدٍ إِلاَّ للْمُؤْمِن : إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْراً لَهُ ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خيْراً لَهُ

“Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.”

(Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 28)

Gün olur Çanakkale de 250 bin şehit verilir. Gün olur Kurtuluş savaşı için Vatan Evlatları canlarından olur. Gün olur acılar ortaya çıkar. Gün olur Soma’da 301 kardeşimiz toprağın metrelerce altında ailelerin geçimlerini sağlamak için çalıştığı yerde canlarını verir.

Gün olur acılar ortaya çıkar. Gün olur kalpler mahzunlaşır. Gün olur kelimeler tükenir. Ciğerler yanar gün olur. Gün olur acı tüm Vatanı sarar. Gün olur Vatan evlatları için gözler yaşarır. Gün olur sızı düşer anaların, eşlerin, evlatların, kardeşlerin gönlüne. Gün olur aynı sızı tüm Ülkeyi sarar.

Gün, acılarımızı paylaşma kardeşlerimiz için mağfiret, geride kalanlar için sabır dileme günüdür. Gün, Rabbimizin bizler için takdir ettiği imtihanda isyan etme günü değil, birlik ve beraberlik içinde, metanetle, sabretme günüdür.

Bilelim ki; dünya imtihan yeridir.

İnsanoğlu var edildiği günden beri imtihana tabi tutulmuş ve kıyamete kadar gelecek insanlar mutlaka imtihana tabi tutulacaktır. Ölüm ve hayatın var edilmesinin hikmeti de imtihanda saklıdır. Mülk süresinde Rabbimiz şöyle buyuruyor.

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ

O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.(Mülk 67/2)

Çeşitli imtihanlara tutulacağız. Açlık ile yoksulluk ile korku ile ve belki de en acısı canların kaybı ile. İşte kardeşlerimiz toprağın metrelerce altında canlarını verdiler. Üzüntü verici bir durumla karşı karşıyayız. Ancak Bakara süresinde buyrulan şu ayet bizim için bir mihenk taşı olmalıdır.

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِوَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ{} الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ{} أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَهُمُ الْمُهْتَدُونَ

Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır. (Bakara 2/155-157)

Bugün Soma’da 301 kardeşimizin maden ocağında ölümle karşılaşması çok acıdır. Ancak şu hususu da bugün hep beraber yeniden hatırlayalım ki; her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Vatan coğrafyasında yaşayan her birey bu hususu mutlaka aklında tutmalı ve kardeşlerimizin acısını paylaşırken herhangi bir taşkınlığa sebebiyet vermemelidir.

Gün sabretme günüdür.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَآمَنُواْ اسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ

“Ey iman edenler! Başınıza gelecek her şeye sabretmekle ve namaz kılmakla Allah’tan yardım isteyin. Allah sabredenlerle beraberdir.”(Bakara, 2/153)

Niceleri başlarına gelen sıkıntılara sabretti, nefsine ve şeytana uymadı, Rabbine isyan etmedi kazananlardan oldu. Niceleri isyan etti kaybedenlerden oldu. Geliniz bugün birbirimize sabrı tavsiye edelim. Geliniz Ashabın birbirine telkin ettiği Asr süresini birbirimize telkin edelim.

وَالْعَصْرِ {} إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ {} إِلَّا الَّذِينَ آمَنُواوَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ {}

Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.(Asr, 103/1-3)

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ise bizlere ne güzel nasihatte bulunuyor.

Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Ârif O’nu seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

 

Kutlu Bir Doğum için Kutlu Nebiye Yolculuk Vakti

Kutlu Bir Doğum: Bir Mürebbi Olarak Hz. Peygamber (s.a.s)

Bir Peygamber düşünün ki; Kendisine inen ilk ayet “Oku” olan bir Peygamber düşünün. Bir Peygamber düşününün ki, “İlmi Çin’de bile olsa gidip alınız” emrini veren bir Peygamber.

Bir Peygamber düşününün ki, “Ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim” (İbn Mace, Mukaddime 17) diyerek kendini öğretmen olarak tanıtan Peygamber.

Bir Peygamber düşününün ki, Yaratanın kendisini وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ“Sen ancak yüce bir ahlak üzerinesin” (Kalem, 68/4) diye övdüğü bir Peygamber.

Bir Peygamber düşününün ki, “Kadınlara hayırla muamele edin, onların sizin üzerinizde hakları vardır” diyen bir Peygamber.

Bir Peygamber düşününün ki, “Yetime sahip çıkan, cennette benimle yan yana olacaktır” müjdesini veren bir Peygamber.

Bir Peygamber düşününün ki, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyerek komşumuzun hakkını gözetmemizi isteyen bir Peygamber.

Bir Peygamber düşününün ki, “Yanınızda çalışanlar sizin kardeşlerinizdir; yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin; emeklerinin hakkını alın terleri kurumadan verin” diyerek işçilerin toplumun alt tabakası olmadığını vurgulayan, onları kardeşimiz gibi görmeyi murad eden bir Peygamber.

Bir Peygamber düşününün ki, Taif’te taşlanıp ta yaralar içinde iken “Allah’ım, onlara merhamet et, çünkü onlar bilmiyorlar” diyen bir Peygamber.

Bir Peygamber düşününün ki, “İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır” diyerek üstünlük taslanmamasını vurgulayan bir Peygamber.

Bir Peygamber düşününün ki, Yaratanın sevgisini kazanmanın yolunun kendisine tabi olmaktan geçtiği bir Peygamber. Al-i İmran Süresi 31. Ayette şöyle buyrulmakta.

قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Al-i İmran, 3/31)

Bize bir Peygamber geldi Allah’ın en Sevgilisi.

Bize bir Peygamber geldi Âlemlerin Efendisi.

Bize bir Peygamber geldi Rahmetin Tecellisi.

Bize bir Peygamber geldi Allah’ın Lütfü İnayeti.

Bize bir Peygamber geldi gözlerin nuru, kalplerin süruru.

Bize bir Peygamber geldi ateşe düşmemize engel.

Bize bir Peygamber geldi Ümmeti Ümmeti diyen.

Bize bir Peygamber geldi ötelerden bize Kardeşlerim diye seslenen.

Bize bir Peygamber geldi cahillikten kurtaran.

Bize bir Peygamber geldi yıldızlarla buluşturan.

Sevgili Peygamberimiz bize verilen en büyük lütuftur.

Âlemlerin Efendisi Yüce Rabbimiz Al-i İmran süresi 164. Ayette şöyle buyuruyor.

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ

“Andolsun ki Allah, müminlere kendi içlerinden bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. O peygamber ki, onlara Allah’ın ayetlerini okur, onları arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir dalalet içinde bulunuyorlardı.” (Al-i İmran, 3/164)

İslam dini yeryüzüne yayılmışsa bunun temel sebeplerinin başında Sevgili Peygamberimizin bir öğretmen gibi çalışması ve ashabında bir talebe gibi O’nu takip etmeleri gelmektedir. Nitekim Müslümanların Mekke’den Medine Hicretlerinden sonra Hz. Peygamberin yaptırmış olduğu Mescid-i Nebevinin en önemli kısmını bir okul yani “Ashab-ı Suffa” oluşturmakta idi. Suffa günümüzün pansiyonlu üniversiteleri gibi çalışan bir kurumdu. Resulullah bizzat burada ders veriyor, bunun yanında okuma-yazma bilmeyenlere ise bazı öğretmenler tarafından dersler veriliyordu.  Gün geldiğinde burada ders gören insanların sayısı 400’e ulaşmıştır. Bu mektepte yetişen insanlar İslam dininin yayılmasında öncü olmuşlardır.

Affetmek (Vaaz)

Affetmek

إِن تُبْدُواْ خَيْراً أَوْ تُخْفُوهُ أَوْ تَعْفُواْ عَنسُوَءٍ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوّاً قَدِيراً

“Bir iyiliği açığa vurur veya gizler yahut bir kötülüğü affederseniz, bilin ki Allah da Affeden'dir, Güçlü Olan'dır.” (Nisa, 4/149)

اللَّهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ العفْوَ فاعْفُ عنِّي

“Allahım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla!

(Tirmizi, Daavât 84)

Sözlükte “bir şeyi yok etmek, izini gidermek, silip süpürmek, fazlalık, artık” gibi anlamlara gelen afv, bir ahlak ve hukuk terimi olarak genellikle, “kötülük ve haksızlık yapanı, suç veya günah işleyeni, hatalı davranını bağışlamak ve cezalandırmaktan vazgeçmek” anlamlarında kullanılmaktadır. (Dini Kavramlar Sözlüğü, Af, afv mad.)

Gün Kur’an-ı Kerim’de bildirilen ayetlerin sırrına mazhar olabilme vaktidir

Affetmek inananların vasfıdır. Bu vasıf Kur’n-ı Kerim’de övülmekte, Müminlerden af yolunun tutulması istenmektedir. Gün olur kardeşlerimizden aleyhimize zararları görebiliriz. Ancak daha büyük zararların önlenmesi noktasında gün affetme yolunu tutma vaktidir.

Şimdi bu hususta Kur’an-ı kerim’de geçen üç ayeti sizinle paylaşmak isterim.

الَّذِينَ يُنفِقُونَفِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَعَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

“Onlar bollukta ve darlıkta sarfederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran, 3/134)

وَلَا يَأْتَلِ أُوْلُوا الْفَضْلِ مِنكُمْوَالسَّعَةِ أَن يُؤْتُوا أُوْلِي الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِيسَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْوَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

“İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır.” (Nur, 24/22)

وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَاوَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ

“Bir kötülüğün karşılığı, aynı şekilde bir kötülüktür. Ama kim affeder ve barışırsa, onun ecri Allah'a aittir. Doğrusu O, zulmedenleri sevmez.” (Şura, 42/40)

Gün Yusuf (a.s.) Olabilme Vaktidir

Gün olur, kardeşimiz bizi öldürmek isteyebilir. Gün olur, kardeşlerimizden en büyüğü olanı “öldürmeyelim, ama onu kuyuya atalım” diyebilir. Gün olur, kardeşlerimiz kuyuya atmakla kalmayıp, gömleğimize kan sürüp kurtların yediğini babamıza söyleyebilir. Gün olur, bizi sultan yapan Allah (c.c.) onları mağdur durumuna düşürebilir. Gün olur, en çok sevdiğimiz kardeşimize de bize de iftira atılabilir. Gün olur, buda kardeşi gibi hırsızdı damgası bize vurulmak istenebilir. Yapılan her türlü, kötülüğü rağmen, her türlü iftiraya rağmen, her türlü yanlış adımlara rağmen gün Hz. Yusuf olup şu ifadeleri söyleyebilme vaktidir.

قَالَ لاَ تَثْرَيبَ عَلَيْكُمُالْيَوْمَ يَغْفِرُ اللّهُ لَكُمْ وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

Yusuf: “Bugün azarlanacak değilsiniz, Allah sizi bağışlar. O, merhametlilerin merhametlisidir.” dedi. (Yusuf, 12/92)

Gün Hz. Muhammed (s.a.s) Efendimizin Ahlakıyla Ahlaklanma Vaktidir

Sevgililer Sevgilisi, Örnekliliğin en güzeli Efendimiz (s.a.s), Mekke’de türlü türlü eziyetler gördü. Ashabı en acı işkencelerden geçirildi. Kimi şehit oldu. Kimileri yetim veya öksüz kaldı. Tüm Müslümanlar tecrit edildi. Muhasara altına alındı. Alış-verişler kesildi. Açlık hat safhaya çıktı. Müslümanlar sırtlarına taş bağladılar.

Gün hüzün günüdür. En güzel eş, Hz. Hatice (r.a.) vefat etmiş, Mekke’de Peygamberimiz (s.a.s)’in hamisi amcası Ebu Talib ölmüştür. Evlatlık Zeyd ile şimdi yolculuk vakti. Mekkeliler eğer ıslah olmayı kabul etmiyorlarsa şehir dışına çıkmak gerek. Hedef Taif. Taif’te bulunanlara İslam Dinini anlatma vaktidir. Ancak Taif ahalisi bu uyarıya kulak tıkar. Dinlememekle kalmazlar. Şehrin sokaklarına dizilir, Hz Peygamber (s.a.s) ile Hz. Zeyd’i taşlamaya başlarlar. Efendimiz ve evlatlığı zeyd yaralandı. Cebrail (a.s.) göründü. Taifte bulunanlara eğer Efendimiz müsaade ederse dağlarını başlarına geçireceği beyanatında bulununca; Af timsali Efendimiz (s.a.s) af yolunu seçti. “Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.” dedi.

İman ve İstikamet (Vaaz)

İman ve İstikamet

Niceleri geldi geçti. Nice toplumlar, nice milletler, nice insanlar… Kimileri dünyasını abad etti, kimileri dünyasını harab etti. Kimileri iman etti, iman edilmesi gerekenlere iman etti ve ahretlerini abad etti, kimileri ahireti unuttu asıl hayatlarını harab etti.

Sıra bizde. Şimdi sorumuz kendimize şu. Bizde bu dünyada kaybedenlerden olup mu göçeceğiz, kazananlardan olup da mı dünyadan ayrılacağız?

Her gün beş vakit namazımızda okuduğumuz Fatiha süresinde bildirilen ayetlerle yeniden kendimize şu soruyu sormak istiyorum. İstikamet üzerine yaşayıp kendilerine nimet verilenlerden mi olmak istiyoruz, gazaba uğrayanlardan veya doğrudan sapmışlardan mı olacağız?

Bu soruları şu hadisi şerifi ön planda tutarak cevap bulalım. Âlemlere rahmet olarak gönderilen kutlu elçi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) Efendimiz şöyle buyuruyor.

الكَيِّس مَنْ دَانَ نَفْسَهُ ، وَعَمِلَ لِما بَعْدَ الْموْتِ ، وَالْعَاجِزُ مَنْ أَتْبَعَ نَفْسَه هَواهَا ، وتمَنَّى عَلَى اللَّهِ الأماني

“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup durandır (bunu yeterli görendir)” (Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 67)

Gün İman ve İstikamet bağlamında dindarlığımızı sorgulama vaktidir.

Günümüzde yaşanan türlü türlü sıkıntıları yeniden anlamlandırma adına soralım. Menfaatlerimizle dinimiz çatıştığında dinimizi mi tercih ediyoruz, yoksa menfaatlerimizi mi? Nefsimize hâkim olmuyoruz da, ölümden sonrası için çalışmıyoruz da, nefsimizin peşine düşüp Rabbimizden umulması mümkün olmayan dileklerin peşine düşüp de kendimizi mi harap ediyoruz, dünyalığımızı mahvettiğimiz gibi ahiretimizi de mahvediyoruz? Yoksa menfaatlerimizle dinimiz çatıştığında dinimizi tercih edip “Sırad-ı Müstakim” den ayrılmadan Rabbimizin kendilerine nimet verdiklerinin yollarından mı gidiyoruz?

Gün nefsimizi muhasebeye çekme vaktidir. Gün dindarlık vaktidir. Dindarlık ise sadece namaz kılmakla, oruç tutmakla, zekât vermekle, hacca veya umreye gitmekle gerçekleşmiyor. Tüm ibadetlerimiz yanında menfaatlerimizle dinimiz çatıştığında biz dinimizi tercih ediyorsak gerçek anlamda dindarlığı elde etmişiz demektir. Yoksa menfaatlerimize dokunulduğu ilk anda hemen yanlışa, yalana sarılıyorsak, menfaatlerimizin gerçekleşmesi noktasında hareket ediyorsak, dinin emirlerini unutup yasaklarını çiğniyorsak o zaman dindarlığımızı yeniden sorgulamalıyız. Şu beyit ne güzelde açıklıyor.

Savm-u salât hac ile sanma biter zahid işin,

İnsan-ı kamil olmaya lazım olan irfan imiş.

Peki, nedir İstikamet

Sözlükte "kalkmak, ayakta durmak, düzeltmek, bir iş mutedil olmak, devam ve sebat etmek, bir işi üzerine almak, hak zuhur etmek, sabit olmak" anlamlarındaki "k-v-m" kökünden gelen istikâmet, doğru ve mutedil olmak demektir. Eğri olmanın zıddıdır. Din ıstılahında istikâmet; hakka tabi olmak, adâleti yerine getirmek, doğru yola girmek, itaat olan şeyleri yapıp isyân olan şeylerden sakınmak, verdiği sözü tutmak ve haktan meyletmemek demektir. Bu kimseye ve hiçbir yerinde meyil ve eğrilik bulunmayan, dümdüz ve dosdoğru şeye mustakîm denir. (Dini Kavramlar Sözlüğü, İstikamet md.)

İstikamet tasavvuf yolunun ana unsurudur. Çünkü tasavvuf söz ile özü Allah’ın yoluna bağlama yolu yani istikamet yoludur.

İstikamet İslam fıtratı üzerinde sapmadan ilerleme yoludur. Bu yolda şeytanlar vesvese verebilir, nefsin kendine hoş gelen şeyleri isteyebilir ve menfaatlerinle dinin çatışabilir. İşte istikamet yoldan saptıranlara uymamaktır.

İstikamet iman ettiklerimizi hayat tarzı haline getirmemizdir. Söz verdiğimizi yerine getirmemizdir.

Rabbimiz bize nasihat ediyor. Rabbimiz bizi dosdoğru yola davet ediyor. Rabbimiz bizi Kur’an-ı Kerime uymaya davet ediyor. İşte o ayetlerden birinde Rabbimiz şöyle buyuruyor.

Kutlu Doğum Ana Teması: Din Samimiyettir (Vaaz)

Din Samimiyettir

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bir hadislerinde şöyle buyuruyor.

“Kıyamet gününde aleyhinde ilk hükmedilen insanlar şunlardır: Birincisi şehit edilen kimsedir. O Allah’ın huzuruna getirilir. Allah kendisine olan nimetlerini anlatır. O’da bunları itiraf eder. Yüce Allah; “-Öyleyse bu nimetlerime karşın ne yaptın?” diye sorar.

Adam: “-Ya Rabbi! Senin uğrunda şehit oldum” der.

Allah şöyle buyurur: “-Yalan söyledin! Sen yalnızca cesur denilsin diye savaştın. Sana da (cesur) denildi.”

Onun hakkında emir verilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.

İkincisi ilim öğrenen, başkalarına öğreten, ayrıca Kur’an-ı Kerim okuyan adamdır.

O Allah’ın huzuruna getirilir. Allah kendisine olan nimetlerini anlatır. O’da bunları itiraf eder. Yüce Allah; “-Öyleyse bu nimetlerime karşın ne yaptın?” diye sorar.

Adam: “-İlim tahsil ettim. İlmi başkalarına öğrettim ve senin uğrunda Kur’an okudum” der.

Allah şöyle buyurur: “-Yalan söyledin! Sen yalnızca alim denilmesi için ilim elde ettin, kari denilmesi için Kur’an okudun. Sana da bunlar denildi.”

Onun hakkında emir verilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.

Üçüncüsü Cenab-ı Hakkın kendisine mal verdiği adamdır. O da getirilir. Allah kendisine olan nimetlerini anlatır. O’da bunları itiraf eder. Yüce Allah; “-Öyleyse bu nimetlerime karşın ne yaptın?” diye sorar.

Adam: “-Malımın tamamını yalnızca Senin yolunda harcadım” der.

Allah şöyle buyurur: “-Yalan söyledin! Sen yalnızca cömert denilmesi için malını infak ettin. Sana da bu denildi.”

Onun hakkında emir verilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.  (Müslim, İmare 152)

Yapılan İşler Niyetlere Göre Şekil Kazanır

Kardeşlerim!

Hadis kitaplarında konunun önemine binaen en başa alınan, İmam Şafii tarafından fıkhın çoğunluğunun bu hadise dayandığını söylenen ve hepinizce malum olan bir hadisi sizlerle paylaşmak isterim.

إنَّما الأَعمالُ بالنِّيَّات ، وإِنَّمَا لِكُلِّ امرئٍ مَا نَوَى ، فمنْ كانَتْ هجْرَتُهُ إِلَى الله ورَسُولِهِ فهجرتُه إلى الله ورسُولِهِ ، ومنْ كاَنْت هجْرَتُه لدُنْيَا يُصيبُها ، أَو امرَأَةٍ يَنْكحُها فهْجْرَتُهُ إلى ما هَاجَر إليْهِ

“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”  (Buhârî, Bed’ü’l–vahy 1)

Yapmış olduğumuz uğraşlarımızın karşılığını niyetlerimize göre elde edeceğiz. Kimi dünyasını ve ahiretini hüsran edecek, kimi her ikisini birden cennet edecek. Kimi riyakar davranışlarıyla kendini perişan edecek, kimi samimiyetle çalışıp kendini mesut edecek. Kimi Rabbini, kendisinin murakebe altında olduğunu unutup ikiyüzlülükle davranacak ve nihayetinde kaybedenlerden olacak, kimi Rabbinin kendisiyle beraber olduğunu, hatta şah damarından daha yakın olduğunu bilecek ve nihayetinde ihlasla kazananlardan olacak.

Şimdi bu noktada şu hadisi siz kardeşlerimle paylaşmak isterim.

عن تميم الداري أن النبي صلى الله عليه وسلم قال: الدين النصيحة. قلنا لمن؟ قال: لله ولكتابه ولرسوله ولأئمة المسلمين وعامتهم

Peygamberimiz, Efendimiz (s.a.s);

“Din, samimiyettir.” buyurmuştur.

Orada bulanan sahabeden bazıları;

-“Ya Resulallah! Din Kime karşı samimi olmaktır” diye sorunca,

Efendimiz (s.a.s) şöyle cevap verdi. “Allah’a Kitabına, Rasulüne, Müslümanların önderlerine ve bütün Müslümanlara karşı samimi olmaktır” (Müslim İman, 95)