İman ve İstikamet (Vaaz)

İman ve İstikamet

Niceleri geldi geçti. Nice toplumlar, nice milletler, nice insanlar… Kimileri dünyasını abad etti, kimileri dünyasını harab etti. Kimileri iman etti, iman edilmesi gerekenlere iman etti ve ahretlerini abad etti, kimileri ahireti unuttu asıl hayatlarını harab etti.

Sıra bizde. Şimdi sorumuz kendimize şu. Bizde bu dünyada kaybedenlerden olup mu göçeceğiz, kazananlardan olup da mı dünyadan ayrılacağız?

Her gün beş vakit namazımızda okuduğumuz Fatiha süresinde bildirilen ayetlerle yeniden kendimize şu soruyu sormak istiyorum. İstikamet üzerine yaşayıp kendilerine nimet verilenlerden mi olmak istiyoruz, gazaba uğrayanlardan veya doğrudan sapmışlardan mı olacağız?

Bu soruları şu hadisi şerifi ön planda tutarak cevap bulalım. Âlemlere rahmet olarak gönderilen kutlu elçi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) Efendimiz şöyle buyuruyor.

الكَيِّس مَنْ دَانَ نَفْسَهُ ، وَعَمِلَ لِما بَعْدَ الْموْتِ ، وَالْعَاجِزُ مَنْ أَتْبَعَ نَفْسَه هَواهَا ، وتمَنَّى عَلَى اللَّهِ الأماني

“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup durandır (bunu yeterli görendir)” (Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 67)

Gün İman ve İstikamet bağlamında dindarlığımızı sorgulama vaktidir.

Günümüzde yaşanan türlü türlü sıkıntıları yeniden anlamlandırma adına soralım. Menfaatlerimizle dinimiz çatıştığında dinimizi mi tercih ediyoruz, yoksa menfaatlerimizi mi? Nefsimize hâkim olmuyoruz da, ölümden sonrası için çalışmıyoruz da, nefsimizin peşine düşüp Rabbimizden umulması mümkün olmayan dileklerin peşine düşüp de kendimizi mi harap ediyoruz, dünyalığımızı mahvettiğimiz gibi ahiretimizi de mahvediyoruz? Yoksa menfaatlerimizle dinimiz çatıştığında dinimizi tercih edip “Sırad-ı Müstakim” den ayrılmadan Rabbimizin kendilerine nimet verdiklerinin yollarından mı gidiyoruz?

Gün nefsimizi muhasebeye çekme vaktidir. Gün dindarlık vaktidir. Dindarlık ise sadece namaz kılmakla, oruç tutmakla, zekât vermekle, hacca veya umreye gitmekle gerçekleşmiyor. Tüm ibadetlerimiz yanında menfaatlerimizle dinimiz çatıştığında biz dinimizi tercih ediyorsak gerçek anlamda dindarlığı elde etmişiz demektir. Yoksa menfaatlerimize dokunulduğu ilk anda hemen yanlışa, yalana sarılıyorsak, menfaatlerimizin gerçekleşmesi noktasında hareket ediyorsak, dinin emirlerini unutup yasaklarını çiğniyorsak o zaman dindarlığımızı yeniden sorgulamalıyız. Şu beyit ne güzelde açıklıyor.

Savm-u salât hac ile sanma biter zahid işin,

İnsan-ı kamil olmaya lazım olan irfan imiş.

Peki, nedir İstikamet

Sözlükte "kalkmak, ayakta durmak, düzeltmek, bir iş mutedil olmak, devam ve sebat etmek, bir işi üzerine almak, hak zuhur etmek, sabit olmak" anlamlarındaki "k-v-m" kökünden gelen istikâmet, doğru ve mutedil olmak demektir. Eğri olmanın zıddıdır. Din ıstılahında istikâmet; hakka tabi olmak, adâleti yerine getirmek, doğru yola girmek, itaat olan şeyleri yapıp isyân olan şeylerden sakınmak, verdiği sözü tutmak ve haktan meyletmemek demektir. Bu kimseye ve hiçbir yerinde meyil ve eğrilik bulunmayan, dümdüz ve dosdoğru şeye mustakîm denir. (Dini Kavramlar Sözlüğü, İstikamet md.)

İstikamet tasavvuf yolunun ana unsurudur. Çünkü tasavvuf söz ile özü Allah’ın yoluna bağlama yolu yani istikamet yoludur.

İstikamet İslam fıtratı üzerinde sapmadan ilerleme yoludur. Bu yolda şeytanlar vesvese verebilir, nefsin kendine hoş gelen şeyleri isteyebilir ve menfaatlerinle dinin çatışabilir. İşte istikamet yoldan saptıranlara uymamaktır.

İstikamet iman ettiklerimizi hayat tarzı haline getirmemizdir. Söz verdiğimizi yerine getirmemizdir.

Rabbimiz bize nasihat ediyor. Rabbimiz bizi dosdoğru yola davet ediyor. Rabbimiz bizi Kur’an-ı Kerime uymaya davet ediyor. İşte o ayetlerden birinde Rabbimiz şöyle buyuruyor.