CİHAD
Cihad, sözlükte; gayret etmek, bir işi yapabilmek için bütün imkanları kullanmak manalarına gelir. Cihad, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde, Allah yolunda savaşmayı, dini öğrenmeyi, dinin emir ve yasaklarına uymayı, haramlara ve günahlara karşı nefis ile mücadele etmeği gerektirir. İslam’ın bilinmesi, tanınması, yaşanması ve yücelmesi için çalışmayı ifade eder.[1] Kısaca; Allah için çalışmak, çabalamak ve gayret göstermektir. Allah (cc)’nün biz kullarına vermiş olduğu ilmî, bedenî, malî ve zihnî kuvvetlerimizi harekete geçirip, Allah yolunda kullanmak ve o yolda feda etmektir. Cihâdın gayesi, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve Cenab-ı Hakk’ın adını yüceltmektir İslâm'da cihad farzdır Ancak bu farz, bazen farz-ı ayın; bazen ise; farz-ı kifayedir Müslümanlar içinden bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor, müslümanların ırz, namus vatan, bayrak, mal ve can gibi hususlarını düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o takdirde cihad, farz-ı kifaye olur ve diğer müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar Şayet müslümanların bir kısmı bu vazifeyi yerine getiremiyor ise, diğer müslümanların da mutlaka düşmana karşı koyması gerekir ve o zaman farzı-ı ayn olur. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
إِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِندَ اللّهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا فِي كِتَابِ اللّهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمَاوَات وَالأَرْضَ مِنْهَا أَرْبَعَةٌ حُرُمٌ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ فَلاَ تَظْلِمُواْ فِيهِنَّ أَنفُسَكُمْ وَقَاتِلُواْ الْمُشْرِكِينَ كَآفَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَآفَّةً وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ
“Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah'a göre ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü hürmetli aydır. Bu dosdoğru bir nizamdır. Öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin, topyekun sizinle savaşan putperestlerle siz de topyekun savaşın, Allah'ın sakınanlarla beraber olduğunu bilin.”[2] Cihad, İslâm dininin emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmanın en güzel yoludur. Cihadın en zor şekli ve sonuncusu ise; cephede düşmanla savaşmaktır. Bu konuda Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُو َ
شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ
“Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.”[3] Cephede savaşırken şehit olmak, bir mü'minin bu dünyada ulaşabileceği en son ve en üstün mertebedir. Şehitlik, kul hakkı hariç, insanın daha önce işlediği bütün günahlarına kefâret olur. Şehit cennette en üstün mertebeye ulaşır. Ancak bu mertebeye lâyık olmak için, sabretmek, cihadın ecrini sadece Allah'tan beklemek lazımdır. Cenab-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
انْفِرُواْ خِفَافًا وَثِقَالاً وَجَاهِدُواْ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
“İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihat edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır.”[4]
CİHAD’IN FAZİLETİ
Faziletli işler çeşitlidir. Bunların en başta geleni Allah’a imandır. Allah yolunda cihad, faziletli işlerin en önemlilerinden biridir. Cihad uğrunda atılan bir adımın ecri, dünyadan ve onun nimetlerine sahip olmaktan daha faziletlidir. Bir kimse, canıyla ve malıyla Allah yolunda ihlas ve samimiyetle cihada çıksa, iki hayırdan birine kavuşur: Ya şehit olur cennete girer, ya gazi olur ahirette büyük ecir ve sevaba ulaşır. Allah yolunda cihad eden kimse de, en üstün ve en faziletli mü'minlerden biridir. Cihad bütün ibadet ve hayırların en faziletlisi kabul edilir. Bunun sebebi, dinin ve dünya düzeninin ona bağlı oluşu, İslâm'ı yeryüzüne yayma ve insanları Allah'ın dinine davet etme faaliyetinin cihad kabul edilmesindendir. Bu konuda Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in birçok hadis-i şerifi vardır, bunlardan bazıları şöyledir:
وعَنِ ابنِ مَسْعُودٍ ، رضي اللَّه عَنْهُ ، قَالَ : قُلْتُ يا رَسُول اللَّهِ ، أيُّ العَمَل أَحَبُّ إلى اللَّهِ تَعَالى ؟ قالَ : « الصَّلاةُ عَلى وَقْتِهَا » قُلْتُ : ثُمَّ أَي ؟ قَالَ : « بِرُّ الوَالدَيْنِ» قُلْتُ : ثُمَّ أَيُّ ؟ قَالَ « الجِهَادُ في سَبيلِ اللَّهِ ».
İbni Mes'ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
–Yâ Resûlallah! Hangi amel Allah'a daha sevimlidir? dedim,
–"Vaktinde kılınan namaz" buyurdu.
–Sonra hangisidir? diye sordum,
–"Ana babaya iyilik etmek" diye cevap verdi.
–Ondan sonra hangisidir? dedim,
–"Allah yolunda cihad etmek" buyurdular.[5](Riyazüssalihin 1289 nolu hadis)
Allah Rasülü bir başka Hadislerinde de şöyle buyuruyorlar:
وَعنْ أبي ذَرٍّ ، رضي اللَّه عنهُ ، قَالَ : قُلْتُ : يا رَسُولَ اللَّهِ أَيُّ العملِ أَفْضَلُ؟ قَالَ : « الإيمَانُ بِاللَّهِ ، وَالجِهَادُ في سبِيلِهِ »
Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:
–Yâ Resûlallah! Hangi amel daha faziletlidir? diye sordum,
–"Allah'a iman ve Allah yolunda cihaddır" buyurdular.[6](Riyazüssalihin 1290 nolu hadis)
Cihad, Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli şekillerde birçok yerde geçmektedir. Cihad eden kimseye mücahid denir. Mücahid kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de iki yerde geçmektedir. Mücâhid olabilmek için; îmana sahip olmak gerekir. Îman ve cihad ikisi birlikte insanın hem kalbi hem de cismi ile ilgili amellerdir. İnsanı Allah yolunda cihada sevkeden şey, sağlam bir imandır. Cihad da; îmanı korumanın, İslâm'ı yaymanın ve i'lâ-yi kelimetullah'ı yüceltmenin en önemli vasıtasıdır. Cihad çeşitli şekillerde yapılır.
CİHAD’IN KISIMLARI:
1- Nefs'e Karşı Cihad,
2- İlim İle Cihad,
3- Mal İle Cihad,
4- Savaşarak Cihad Yapmak.[7]
1- Nefisle yapılan Cihad: İnsan, nefsine karşı sürekli bir mücadele vermek zorundadır. İnsan nefsi, şeytandan aldığı telkinlerle, insanı kötülüklere sevk eder. Nefisle mücadele, bu telkinlerin tesirini kırar, etkisiz hale getirir. Düşmana karşı cihadın başlangıcı, nefisle cihaddan geçer. Nefsiyle cihad etmeyen, düşmanla savaşamaz. Nefsine karşı cihadı kazanamayan kimse, düşman karşısında cesaret gösteremez, düşmandan korkar mağlup olur ve kaçar. Nefisle olan cihad, bir ömür boyu devam eder. Düşmanla olan cihadda, aynı devamlılık söz konusu değildir. Hz. Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştur: “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” büyük cihaddan da "Allah yolunda ilerlemekten maksat da, her türlü engeli aşma çabasını" kastetmişlerdir. Hz. Peygamber, kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak. vasıflandırmıştır. Yine başka bir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyuruyorlar: “Hakiki mücahid nefsine karşı cihat edendir.”[8]
2- İlim ile Cihad: Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Cahil cesurdur, çekinmeden doğru-yanlış demeden her şeyi söyler. İlim ehli bir kimse ise öyle değildir, o sadece hakikat ne ise onu söyler ve söylediklerini de ölçülü bir biçimde söyler. Cenab-ı Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir. Çünkü cehalet başın belasıdır. İlim ise; nurdur Allah’ın ilim sıfatının bir tecellisidir. İslâm dininin temeli ilme dayanır, ilimsiz din düşünülemez. İnsanlığın faidesine olan her güzel bilgi ilim olarak nitelendirilir. Bilginin insanlar üzerinde ortaya koyduğu tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir. Ölü kalpler ilim ve hikmetle ihya olur. Karanlıklar kılıçla, süngüyle, top ve tüfekle değil, ancak güneşle ve nurla izale edilebilir. Kılıçların, füzelerin, topların feth edemediği kalpler, ilim ve hikmet ile feth edilir. Cehaletin şiddetine karşı, kılıçlar, bombalar ve füzeler aciz kalır, onu hafifietemez. O, ancak ilim ve hikmetle, Kur’an nuruyla izale edilebilir. İlimle yapılan cihad daimîdir, kılıçla yapılan cihad gibi belli zamanlara mahsus değildir. Onun için Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
“Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.”[9]
Güzel söz; gönül alan, onur kırmayan, hak ve doğruyu gösteren sözdür. İnsanlar arasında sevginin, hakkın ve doğrunun üstün tutulması; nefret ve düşmanlığın giderilmesi, hakka uygun sözlerle mümkün olmaktadır. Konuşma kabiliyeti, Allah tarafından insanlar için verilmiş kabiliyetlerin en önemlilerinden biridir. Konuşma yeteneği ile insan, hemcinsleriyle anlaşma imkânına sahip olur. Toplum halinde yaşamak mecburiyetinde olan insan, her gün defalarca bu yeteneğini kullanarak etrafında dost veya düşmanlar meydana getirebilir. Atalarımız;”Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır” demişlerdir. Talı sözün yaptıramayacağı iş, açamayacağı kapı yoktur. Aynı zamanda insanlara karşı güzel söz ve iyi muâmele, İslâm’ın prensiplerindendir. Rasulüllah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur:
المُجَاهِدُ مَنْ جَاهَدَ نَفْسَهُ
"Gerçek mücâhid, nefsiyle cihad edendir."[10] (Kütüb-ü Sitte, Cihad, 988) Hak ve hakikatı, en tehlikeli anlarda bile korkmadan söyleyebilmek bir çeşit cihattır. Rasulüllah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır.”[11]
3- Mal İle Cihad: Mal ile yapılan cihad, Allah Teâla'nın biz kullarına ihsan etmiş olduğu mal ve serveti Allah (c.c.)’nun yolunda harcamak demektir. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:
لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُـلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْراً عَظِيماً
“Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyle Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.”[12] Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır. Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır. Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür. Müslümanların, İslâm'ın yücelmesi için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır. Hz. Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiram üzerinde çok tesirli olmuş, kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farizasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a teslim etmişlerdir. Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ أُوْلَـئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يُهَاجِرُواْ مَا لَكُم مِّن وَلاَيَتِهِم مِّن شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُواْ وَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ إِلاَّ عَلَى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
“İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.”[13] Allah Rasülü de Hadislerinde şöyle buyuruyor:
من جهَّزَ غَازِياً في سبيلِ اللَّهِ فَقَدْ غَزَا ، ومنْ خَلَفَ غَازياً في أَهْلِهِ بخَيْر فَقَدْ غزَا
"Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gaziyi donatır, cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, bizzat cihada gitmiş gibi sevap kazanır. Cihada giden gazinin arkada bıraktığı ailesine güzelce bakıp onların ihtiyaçlarını karşılayan da bizzat cihad yapmış gibi sevap kazanır."[14]
Allah yolunda cihada çıkacak bir gaziyi donatmak demek, onun cihad yapabilmesi, cephede savaşabilmesi için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılamaktır. İslâm'ın ilk yıllarında cihada katılacak kimseler bütün ihtiyaçlarını kendileri karşılar, kılıc, kalkan, at, deve, veya buna benzer harp aletlerini, hatta yiyip içeceği şeyleri kendileri temin ederlerdi. Çünkü o zaman askerlik sistemi yoktu. Cihada davet edilince gücü yeten ve mazereti olmayan herkes cepheye giderdi. Sahâbe-i kirâmın pek çoğu o zaman geçimini zor temin eden fakir kimselerdi. İçlerinden çok azı zengin kimselerdi. Zenginler her şeyini hazırlayıp bir mazereti sebebiyle cihada katılamayan sahâbîler, savaş araç ve gereçlerini hazırlama imkânı olmayanlara yardımcı oluyordu. Yardım eden kimseler de savaşa katılanlar gibi sevap alacaklarını umuyorlardı. Hayırlı bir işi yapacak olana yardım eden kimse, o işi yapan gibi sevaba nail olur; işi yapanın sevabından da bir şey noksanlaşmaz. Bir günah ve kötülüğün işlenmesine yardımcı olan da o günahı ve kötülüğü yapan gibi vebâle girer, günahkâr olur.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle buyurdular:
جاهِدُوا المُشرِكينَ بِأَموالِكُمْ وأَنْفُسِكُم وأَلسِنَتِكُم.
"Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz."[15]
Bir başka Hadis-i Şeriflerinde de şöyle buyurdular:
مَنْ أَنْفَقَ نَفَقَةً في سبيلِ اللَّهِ كُتِبَ لَهُ سبْعُمِائِة ضِعفٍ
"Allah yolunda malını harcayana, harcadığının yedi yüz misli ecir verilir."[16]
Tebük savaşı ve bu savaşta sahabilerin can ve mallarını sarfetmelerini İbn Abbas (r.a) şöyle anlatıyor: Rasulüllah (s.a.v.) Taif savaşından döndükten sonra aradan altı ay geçmişti. Hz. Peygamber’in yanına gittim. Allah Teâlâ ona, Kur’an’da kendisinden “Güçlük saati” diye bahsettiği Tebük savaşını emretti. O sırada mevsim çok sıcaktı, münafıkların sayısı da çoktu. O sırada Suffe ashabı da bir hayli artmıştı. Bunlar mescide bitişik bir evde kalıyorlardı. Hz. Peygamber’in ve diğer müslümanların verdikleri sadaka ve bağışlarla geçiniyorlardı. Savaş çıktığında müslümanlar onları kendi aralarında paylaşırlardı. Müslümanlardan durumu iyi olanlar ya onlardan birinin savaş araç ve gereçlerini temin eder yiyecek ve giyecek ihtiyacını kendi üzerine alırdı. Sonra da hep birlikte savaşa giderlerdi. Hz. Peygamber bu savaşta da müslümanlara mallarını Allah yolunda ve O’nun rızası için harcamalarını emretti. Onlar da bu emre uyarak Allah’ın rızasını kazanabilmek için mallarını infak ettiler. Bazı münafıklar da gösteriş için sarfediyorlardı. Fakir müslümanlardan bir kısmına binek temin edilebildi; ancak bazıları da yaya kaldı. O gün Abdurrahman b. Avf ikiyüz ukiyye[17]para yardımında bulundu. Bu o gün müslümanların vermiş oldukları sadakaların en büyüğü idi. Hz. Ömer de yüz ukiyye sadaka verdi. Amir Adiyy el-Ensârî ise; doksan deve yükü hurma verdi. Hz. Ömer (r.a) “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben Abdurrahman’ın günahtan başka bir şey kazanmadığına inanıyorum. Çünkü ailesine hiç bir şey bırakmadı!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Abdurrahman’a “Ailen için birşey bıraktın mı?” diye sordu. O da “Evet infak ettiğimden daha fazlasını, daha iyisini bıraktım” dedi. Hz. Peygambe “Peki, onlara ne bıraktın?” diye sorduğunda Abdurrahman “Allah ve Rasûlünün va’dettiği rızık ve hayrı bıraktım” dedi.[18]
4- Savaşarak Cihad Yapmak: Allah rızâsına ulaşmak için başvurulan savaş da bir cihad sayılır. İslâm dini, istilâ, sömürü ve tecavüz için yapılan savaşları uygun görmemiştir. Savaşı ancak müslümanların can mal ve ırz güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslâm'a ve İslâm ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla yapıldığı takdirde gerekli görmüş ve bu savaşa da cihad adını vermiştir. İslâmiyet dinde baskıyı kesinlikle yasaklamış, zor ve baskı altında gerçekleşecek olan imanın geçersiz olduğunu bildirmiştir. Kin ve nefrete yol açan savaşı bir tebliğ vasıtası olarak düşünmek mümkün değildir. İnanmayan kimselerin hayatlarının sonuna kadar her an iman etmeleri ihtimali vardır. İmana gelmeleri için onlarla savaşıp onları öldürmek bu imkânı ortadan kaldırmaktadır. Müslümanlara silâhlı saldırıda bulunmayan gayri müslimlere karşı yapılması gereken şey, onlarla savaşmak değil barışçıl bir şekilde onları İslâm’a davet etmektir. Bu konuda Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبِّ الْمُعْتَدِينَ
“Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.”[19]
“Adamın biri Peygamber Efendimize gelerek:
“Ey Allah’ın Resûlü, bazı kimseler dünya için savaşıyor” dedi.
Hz. Peygamber (S.A.V.); “Onun ecri yoktur” buyurdu.
Peygamberimizin bu cevabı bir çok kimseye ağır geldi. Soru soran adama Hz. Peygamber’den bir daha sormasını istediler. “Belkide sen iyi anlatamadın?” dediler. Adam gelip bir daha, “Ey Allah’ın Resûlü! Bir kişi sözde Allah için savaşır, fakat bundan maksadı dünyalık elde etmektir. Bunun durumu nasıldır?” diye sordu. Hz. Peygamber; “Onun herhangi bir ecri yoktur” cevabını verdi. Bu, halk üzerine çok ağır ve büyük bir felaket gibi çöktü. Adama, “Tekrar Resûlullah’a git, üçüncü kez sor!” dediler. O da Hz. Peygamber’den üçüncü kez aynı soruyu sordu.
Hz. Peygamber (S.A.V.); “Onun ecri yoktur” buyurdu.
“Yine başka bir adam Hz. Peygamber’e gelerek,
“Ey Allah’ın Resûlü, hem sevap, hemde şöhret için savaşa katılan kimseye ne vardır?” diye sordu.
Hz. Peygamber (S.A.V.) cevap olarak; “Hiç bir şey yoktur!” dedi. Adam meseleyi üç defa peygamberden sordu, peygamber de ona üç defa, “Hiç bir şey yoktur” diye cevap verdi. Sonra, “Allah amelden ancak halis olanı, hedefi Allah’ın rızası olan ameli kabul eder” buyurdular.”[20]
Mü'minler daima Allah yolunda cihad aşkı, cihad arzusu içinde olmalıdırlar. Cihada katılmama münafıkların işidir. Cihada katılma imkânı bulamayanlar, kalp ve gönüllerinde bu niyeti taşımalıdır. İslâmda niyet ve samimiyet ameller kadar kıymetlidir. Cihad veya benzeri hayırlı işlere meşru bir mazereti sebebiyle iştirak edemeyenler, kalplerinde bu niyeti taşıdıkları sürece, o işi yapanlar gibi ecre ve sevaba nâil olurlar. Allah Rasülü de Hadislerinde şöyle buyuruyor:
مَنْ ماتَ ولَمْ يَغْزُ ، وَلَمْ يُحَدِّثْ نَفْسَه بِغَزوٍ ، ماتَ عَلى شُعْبَةٍ مَنَ النِّفَاقِ
"Kim gazâ etmeden ve gönlünde gazâ etme arzusu taşımadan vefat ederse, bir tür nifak üzere ölür." .[21]
HAFIZ İLHAMİ TEMEL
MEDİNE CAMİİ İMAM-HATİBİ
ÜMRANİYE/İSTANBUL
[1]- (Dini Kavramlar Sözlüğü D.İ.B.Y.)
[2]- (Tevbe; 36)
[3]- (Bakara; 216)
[4]- (Tevbe, 41)
[5]- (R.Salihin H.No:1289 )
[6]- ( ,, ,, 1290 )
[7]- (Şamil İslam Ansiklopedisi)
[8]- (Tirmizî, cihad, 2 )
[9]- (Nahl ,125).
[10]- (Kütüb-ü Sitte, cihad, 988)
[11]- (İbn-i Mace, Fiten, 4011)
[12]- (Nisâ, 4/95).
[13]- (Enfal, 8/72)
[14]- (R.Salihin, H.No:1309)
[15]-(Ebû Dâvûd, cihâd, 18)
[16]- (Tirmizî, Fezâilü'l-cihâd 4.)
[17]- (1 ukiyye 40 dirhem değerinde bir ağırlık ölçüsüdür. Dirhem ise; Eskiden kullanilan bir agirlik ölçüsü. Simdiki 3.2 gram agirlik. Dirhem okka denen eski agirlik ölçüsünün (1/400) kadaridir. Şer'an, orta büyüklükte yetmis tane arpa agirligi kadardır. Eskiden kullanilan ve beş kuruş degerindeki gümüş para. Akça. Osmanlıca - Türkçe Lügat / Sözlük
[18]- (Hayâtü’s Sahabe M.Y.Kandehlevî, C1.Sh.526)
[19]- (Bakara, 2/190)
[20]- (Hayâtü’s Sahabe M.Y.Kandehlevî, C1.Sh,616)