Sorumluluğumuzun ve Hatalarımızın Farkında Olalım (Kader ve Tevekkülü Doğru Anlayalım)
Kader konusu iman ilkesidir. Öncelikle bu hususa vurgu yaparak vaazımıza başlayalım. Üzerinde ne kadar söz söylense bile en doğrusunu Rabbimizin bileceği bir iman konusudur Kader. Bu sebeple kadere iman konusunu bu gün vaazımıza taşırken kader ile ilgili tartışmalara girmeden, bize düşen görevleri ve özellikle tevekkül anlayışımızdaki yanlışlıkları ifade edeceğiz. Rabbim bizleri kendi rızasına uygun işlerle hemhal eylesin.
Bu vaazımızla şu konuları sizlerle paylaşmayı hedefledik:
-Hepimiz kabul (iman) etmekteyiz ki; Yaratan mutlak güç sahibidir. Her şeye hâkimdir ve her şey O’nun dilemesi iledir.
Yaratan yarattıklarının mutlak hâkimidir. Onların üzerinde tasarrufu vardır. Güç ve kudret O’na aittir. Bu iman ilkemizdir. Yaratan olmanın en önemli ilkesi de budur. Bu mevzuda düşüncemize yerleştirmemiz gereken husus budur. Kur’an-ı Kerim’de bizlere şöyle bildirilmektedir.
قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {} تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الَمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ وَتَرْزُقُ مَن تَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
“De ki: "Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü dilediğine verirsin; dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu Sen, her şeye Kadir'sin. Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin; ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın; dilediğini hesapsız rızıklandırırsın."[1]
Allah (c.c.) dilemeden hiçbir şeyin gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu bir musibet olsa bile. Tevbe suresinde bu gerçek şöyle bildirilmektedir.
إِن تُصِبْكَ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكَ مُصِيبَةٌ يَقُولُواْ قَدْ أَخَذْنَا أَمْرَنَا مِن قَبْلُ وَيَتَوَلَّواْ وَّهُمْ فَرِحُونَ {} قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“Sana bir iyilik gelince onların fenasına gider; bir kötülük gelse, "Biz önceden ihtiyatlı davrandık" derler, sevinerek dönüp giderler. De ki: "Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim Mevlamızdır, inananlar Allah'a güvensin."[2]
Kur’an-ı kerimde birçok yerde bildirilen “Allah her şeye kadirdir” ifadeleri de bu hususa işaret eden delillerdendir. Ancak iman etmemiz gereken bu ilke bizi yanlışlığa sevk etmemelidir.
-Hatalı düşüncelerin peşine düşerek yanlışlıkların içinde olmayalım.
Kader ve tevekkül anlayışımızdaki hatalarımız bizleri yanlışlıklara sevk etmektedir. Nasıl olsa her şey yazılmış denilerek günahlara girilmekte, yapılan hatalar için “kaderimizmiş böyleymiş” denilerek doğru davranışlar gerçekleştirilmemektedir. İyiyi kendimizden bilmekte kötüyü ise kaderimize veya şeytana yüklemekteyiz. Özellikle tevekkül anlayışımız bizi yanlışa sürüklemektedir. Çalışmayan öğrenci misali, yılsonunda zayıf not aldığı zaman bu notu ona öğretmeni vermiştir. Çalışıp takdir aldığı zaman ise takdiri kendisi almıştır. Çocuklarımız bir hata yaptığı zaman “bunu kim yaptı!” diye kızdığımızda kimse üzerine alınmaz veya suçu birbirlerine atarken, iyi bir şey olduğunda “aferin! Bunu kim yaptı” sorusuna herkes “ben yaptım” diyerek cevap vermektedir.
İnsan olarak yapmış olduğumuz sevaplara ve günahlara karşı tavrımızda aynen örneklerini verdiğimiz çocuklar gibi. Namaz kılan, zekât veren, oruç tutan bir insandan “Ben ibadet yapmazdım da, ne yapalım kaderimiz böyleymiş” denildiği pek vaki olmamıştır. Ancak günah işleyen insanların ilk mazereti kadere sığınmak olmuştur.
Oysaki ayetler bu düşüncelerimizin yanlış olduğunu bizlere bildirmekte, İnsanoğlunun psikolojik yapısı, yapmış olduğu yanlışlar ve bu yanlışların doğrusu şöyle aktarılmaktadır.
أَيْنَمَا تَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ وَإِن تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِ اللّهِ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِكَ قُلْ كُلًّ مِّنْ عِندِ اللّهِ فَمَا لِهَـؤُلاء الْقَوْمِ لاَ يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثاً {78} مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ وَأَرْسَلْنَاكَ لِلنَّاسِ رَسُولاً وَكَفَى بِاللّهِ شَهِيداً
“Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: "Bu Allah'tandır" derler, bir kötülüğe uğrarlarsa "Bu, senin tarafındandır" derler. De ki: "Hepsi Allah'tandır". Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar? Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahit olarak Allah yeter.”[3]
وَمَا أَصَابَكُم مِّن مُّصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ وَيَعْفُو عَن كَثِيرٍ
“Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder.”[4]
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ
“Kim yararlı iş işlerse kendi lehinedir; kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara karşı zalim değildir.”[5]
إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِراً وَإِمَّا كَفُوراً
“Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.”[6]
Allah-u Teâlâ bize Firavun ailesini örnek vermekte, başlarına gelenlerinin sebeplerinin yaptıklarından dolayı olduğu hatırlatılması yapılmakta ve bizlere nasihat edilmektedir.
وَلَوْ تَرَى إِذْ يَتَوَفَّى الَّذِينَ كَفَرُواْ الْمَلآئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ وَذُوقُواْ عَذَابَ الْحَرِيقِ {} ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ وَأَنَّ اللّهَ لَيْسَ بِظَلاَّمٍ لِّلْعَبِيدِ {} كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ إِنَّ اللّهَ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ {} ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Melekler, inkâr edenlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, "Yakıcı azabı tadın, bu, kendi ellerinizle yaptığınızın karşılığıdır" diyerek canlarını alırken bir görseydin! Yoksa Allah kullara asla zulmetmez. Firavun taifesi ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, Allah'ın ayetlerini yalanladılar da Allah onları günahlarından ötürü yoketti. Allah kuvvetlidir, cezalandırması şiddetlidir. Bu, bir topluluk iyi gidişini değiştirmedikçe Allah'ın da verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden ve Allah'ın işiten, bilen olmasındandır.”[7]
-Doğruyu devam ettirmek, çalışmayı bırakmamak, günaha sebep aramamak
İnsanoğlu için ancak yaptığının karşılığı vardır. Dünyalık elde etmek için çalışana karşılık verilmektedir. Ahiret için hazırlık yapanlara da karşılıkları verilecektir. Günaha mazeret üretmeden hatayı kendimizden bilmemiz gerekmektedir. Bu sebeple kader inancı ataletin (tembelliğin) sebebi değil, tam aksine çalışmanın kaynağıdır. Günaha kılıf bulmanın değil günaha af dilemenin sebebidir. Hiç kimse nasıl olsa her şey yazılmıştır, günahları istemesem de yapacağım, çalışmama gerek yok diyerek ve suçu kadere yükleyerek sorumluluktan kurtulamaz. Zaten alışma konusunda hiç kimse böyle bir yanlışlığın peşine düşmemektedir, düşmemelidir. Tarlasını ekmeden ürün elde etmek isteyene herkes güler. Dükkânını açmayana müşteri gelmez. Bu sebeple İnsana verilen iradeden mutlaka insan hesaba çekilecektir.
Bu hususlarla ilgili Kur’an-ı Kerimde bildirilen birkaç ayeti sizlerle paylaşmak isterim.
أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى {} وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى {} وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى {} ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاء الْأَوْفَى
“Hiç bir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez; İnsan ancak çalıştığına erişir. Onun çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra ona karşılığı eksiksiz verilecektir.”[8]
تَرَى الظَّالِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فِي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِ لَهُم مَّا يَشَاؤُونَ عِندَ رَبِّهِمْ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الكَبِيرُ
“Yaptıkları şeyler başlarına gelirken, zalimlerin korkudan titrediklerini görürsün. İnanıp yararlı işler işleyenler cennet bahçelerindedirler. Rablerinin katında, onlara diledikleri verilir. İşte büyük lütuf budur.” Şura, 42/22
مَن جَاء بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِّنْهَا وَهُم مِّن فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ آمِنُونَ {} وَمَن جَاء بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ هَلْ تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Kim bir iyilik getirirse, ona daha iyisi verilir. Onlar o günün korkusundan güvendedirler. Kötülük getiren kimseler, yüzükoyun ateşe atılırlar. "Yaptıklarınızdan başka bir şeyle mi cezalandırılacaksınız?" denir.” [9]
-Sıkıntılara göğüs germek, umudu kaybetmemek
Kader inancımızın bize getirdiği bir yarar ise Rabbimizin imtihanlarının farkında olarak, başımıza gelenlere sabır göstermek, böylelikle umudu kaybetmeden, isyankâr olmadan dünyamızı ve ahretimizi kazanmaktır. Nitekim başa türlü türlü şeyler gelmekte ve imtihana tabi tutulmaktayız. Hayatımızda yaşadığımız bu gerçeği Kur’an şöyle beyan etmektedir.
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ {} الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ {} أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ
“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet geldiğinde: "Biz Allah'ınız ve elbette O'na döneceğiz" derler. Rablerinin mağfiret ve rahmeti onlaradır. O'nun yolunda olanlar da onlardır.” [10]
-Tevekkül anlayışımızı doğru zemine oturtmak
Toplum olarak kader anlayışımızdaki problemlerin temelini tevekkül anlayışımızdaki yanlışlıklar oluşturmaktadır. Bu sebeple vaazımızın bu son kısmında tevekkül anlayışımızı doğru bir zemine oturtmakla kader anlayışımızı doğru bir zemine oturtacağımızı ifade etmeye çalışacağız.
İlk olarak Al-i İmran süresinin 159. Ayetini sizlerle paylaşmak isterim.
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظّاً غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
“Allah'ın rahmetinden dolayı, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.”[11]
Sözlükte "dayanmak, güvenmek, İtimat etmek ve işi başkasına havale etmek" anlamlarına gelen tevekkül, terim olarak "bir taraftan meşru hedefe ulaşabilmek için gerekli bütün çabayı gösterirken diğer taraftan da Allah'a dayanıp güvenmek ve işin sonunu O'na bırakmak" demektir. Tevekkül eden kişiye mütevekkil denir. Kur!ân-ı Kerîm'de kırk âyette tevekkül ve aynı kökten fiil ve isimler geçmektedir. Bu âyetlerde Allah'a sığınmak, O'na güvenip dayanmak ve bağlanmak gerektiği, bunun İslâm akidesinin bir gereği ve Allah'a samimi iman ve teslimiyetin zorunlu sonucu olduğu vurgulanmaktadır. Bu hususla ilgili birkaç ayet şöyledir.
إِذْ هَمَّت طَّآئِفَتَانِ مِنكُمْ أَن تَفْشَلاَ وَاللّهُ وَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“Sizden iki takım bozulup geri çekilmek üzere idi; oysa Allah onların dostu idi, inananlar yalnız Allah'a güvensinler.”[12]
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ هَمَّ قَوْمٌ أَن يَبْسُطُواْ إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنكُمْ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
“Ey İnananlar! Allah'ın üzerinize olan nimetini anın: Hani bir topluluk size tecavüze kalkışmıştı da Allah onlara mani olmuştu. Allah'tan sakının, inananlar Allah'a güvensinler.”[13]
Ancak bu iman ve teslimiyet, olaylar karşısında kişinin kendisini ve alması gereken tedbiri ihmal etmesi anlamına gelmez. Nitekim Râzî bu konuda şöyle der: "Tevekkül, bazı cahillerin zannettiği gibi insanın kendini ihmal etmesi demek değildir. Böyle olsaydı müşavere emri ile tevekkül emri birbiri ile çelişirdi (biri diğerine engel olurdu). Tevekkül, 'insanın zahirî (görünür) sebeplere uyması ve fakat kalbini onlara bağlamayıp yüce Allah'ın korumasına dayanması' demektir" Tevekkül uyuşukluk ve hareketsizliğin bir mazereti değil, bütün güçlüklere rağmen başarmamıza yardım edeceğine inandığımız Allah'a samimi güven ve bu güvenin verdiği tükenmez ümidin iman halini alışıdır. Bu konuda Elmalılı da şöyle der: Fakat şunu unutmamak lâzım gelir ki tevekkül, görevin yerine getirilmesini Allah'a havale etmek anlamına gelmez. Asıl tevekkül gereğini yaptıktan sonra işi Allah'a bırakmaktır. Birçokları bu hususta gaflete düşerek tevekkülü, "vazifeyi terketmek" sanırlar, yani kulluk görevlerinin yerine getirilmesini Allah'a havale edip emir ve komuta mercii olarak kendilerini görmek isterler. Sanki kul vazifesiz oturacakmış namaz, oruç, zekât, cİhad gibi görevleri yüce Allah ona emredip yaptırmayacakmış da kulun emir ve havalesiyle onun yerine bizzat kendisi yapıverecekmiş gibi bâtıl bir zihniyet taşırlar ve İsrâiloğulları'nın Hz. Musa'ya,
قَالُواْ يَا مُوسَى إِنَّا لَن نَّدْخُلَهَا أَبَداً مَّا دَامُواْ فِيهَا فَاذْهَبْ أَنتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلا إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ
"Dediler ki; Biz bu beldeye asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!"[14] dedikleri gibi demek isterler. Bu İse Allah'a tevekkül ve itimat değil, O'nun emrine itimatsızlıktır, küfürdür.[15]
Görüldüğü gibi tevekkül yoksulluk, uyuşuktuk ve durgunluğun mazereti değil bir irade ve iman gücüdür. Nitekim şu mealdeki âyetler bunu açık biçimde belirtmektedir:
فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُلْ حَسْبِيَ اللّهُ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
"Buna rağmen yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter, O'ndan başka tanrı yoktur, ben yalnız O'na güvenip dayanırım; O, büyük arşın sahibidir"[16]
الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
"Birtakım insanlar onlara, 'İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun' dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!' diye cevap verdiler"[17]
Netice itibariyle kader ve tevekkül anlayışı “üzerine düşen vazifeyi yerine getirmemek, çalışmayı bırakmak, tedbiri ihmal etmek, günaha dalmak, isyan etmek, yanlışların içinde olmak” anlamına gelmez. Bizim için en güzel örnek olan Hz. Peygamber’in hayatında bu saymış olduklarımızın hiçbiri bulunmamaktadır. Efendimiz (s.a.s.) kendisine verilen tebliği vazifesini harfiyen yerine getirmiş, çalışmayı hiçbir zaman bırakmamış, işlerinde müşavere etmiş, karar verdikten sonra layıkıyla tevekkül etmiş ve başarıya ulaşmıştır. Bizde dünyada ve ahirette başarıya ulaşmak için çalışmalıyız. Efendimizden (s.a.s) örnek almalıyız. Vaazımızı Kâinatın Efendisi (s.a.s)’in hadisiyle sonlandırıyorum.
“Sizler Allah’a gereği gibi tevekkül etseydiniz (sabahleyin) aç çıkıp (akşamleyin) tok olarak dönen kuşu rızıklandırdığı gibi, elbette sizi de rızıklandırırdı.”.[18]
Yüce Rabbim imanımızı kâmil eylesin. Kendi rızasına uygun işleri hayatımıza aktarmayı nasip eylesin. Yanlışlıklar içerisinde bocalayanlardan eylemesin.
Allah’a emanet olun.
Ahmet ÜNAL
Vaiz
[1] Al-i İmran, 3/26-27
[2] Tevbe, 9/50-51
[3] Nisa, 4/78-79
[4] Şura, 42/30
[5] Fussilet, 41/46
[6] İnsan, 76/3
[7] Enfal, 8/50-53
[8] Necm, 53/38-41
[9] Neml, 27/89-90
[10] Bakara, 2/155-157
[11] Al-i İmran, 3/159
[12] Al-i İmran, 3/122
[13] Maide, 5/11
[14] Maide, 5/24
[15] Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsir, DİB yay. c.I, s.703-705
[16] Tevbe, 9/129
[17] Al-i İmran, 3/173
[18] İbn Mace, Zühd 14