İslam’da Tevekkül
Sözlükte "dayanmak, güvenmek, vekil tutmak" anlamlarına gelen tevekkül, din dilinde; her hususta Allah'a güvenmek, dayanmak, teslim olmak işlerini Allah'a havale etmek demektir. Allah'a tevekkül; Allah'ın yardımına, çalışanın emeklerini boşa çıkarmayacağına, sevabını, ücretini tam vereceğine, duaları kabul edeceğine, âdil olduğuna ve haksızlık etmeyeceğine inanmak ve güvenmektir. Tevekkül, çalışmadan, sebeplere sarılmadan işi Allah'a havale etmek değildir.
İnsan her ne iş yapıyorsa yapsın, o işini kurallarına uygun olarak yapacak, çalışacak, sabredecek, Allah'tan başarısı için yardım isteyecek ve Allah'ın kendisini muvaffak kılacağına itimat edecektir.[1] Yaratanımıza karşı gereği gibi tevekkül etmemiz gerekmektedir. Gereği gibinden kastımız, O’nun yaratmış olduğu sebeplere, sünnetullah’a sarılmaktadır. Yaratılmışlar için kazanç çalışmasıyladır. Çalışana çalıştığının karşılı tas tamam verileceği Kur’an’da zikredilmektedir. İlgili ayette şöyle buyrulmaktadır. وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى “İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur”[2] Bu sebeple bizlerde çalışmaya önem vermeli ve sebeplere sarılmalıyız. Böyle bir hayat tevekkül inancıyla doğru orantılı geçecektir.
Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır. “Sizler Allah’a gereği gibi tevekkül etseydiniz (sabahleyin) aç çıkıp (akşamleyin) tok olarak dönen kuşu rızıklandırdığı gibi, elbette sizi de rızıklandırırdı.”[3] Hadiste sabah çıkıp akşam kuşların geri döndüğü zikredilmektedir. Yani kuşlar rızıkların kendilerine gelmesini beklememektedir. Kendileri rızıklarına gitmektedir. İşte bize düşen davranış şekli de budur. Bir kişi “Ya Nasip” diyerek sabah çıkıp Rabbine tam anlamıyla tevekkül ederek çalışma hayatına atılmak isterse, Allah ona çalışması için bir iş, kazanması için bir meblağ ve karnını doyurması için rızık verecektir. Peygamber Efendimizin hadis-i şerifte zikrettiği bu hususu haşat düsturu haline getirmeliyiz.
Alemde hiçbir şey boş durmamaktadır. Her şey çalışmakta ve çalışmanın karşılığı alınmaktadır. Canlılar aleminde çalışmayan yoktur. Karıncalar, arılar, koyunlar, kuşlar vs. bütün hayvanat hep rızıklarının peşinde koşmaktadır. Bu koşuşturmanın ise semeresi elbette alınacaktır. Tembellik kişinin nefsindedir. Nefis çalışmadan her şeye ulaşmak ister ve bu uğurda kişiden olmayacak şeyler arzu eder. Nefse uyulup da çalışmak terk edilip tembellik benimsenir ise o zaman başa gelenlerden dolayı bütün sorumluluğun kişiye ait olduğu unutulmamalıdır. Bütün mahlukatı rızıklandıran Allah insanoğluna (haşa) düşman değildir. Kim tembellik etmemiş, kim çalışmış ise mutlaka karşılığını almıştır.
Bir öğrenci kendisine düşen görevi harfiyen yerine getirecek, öğretmeni tarafından kendisine verilenleri harfiyen yerine getirip, çalışıp çabalayacak ve böylece Rabbine tevekkül edecek. Bir memur kendisine verilen memuriyeti Milletinin bir emaneti bilecek, o doğrultuda işini aksatmadan çalışacak, işlerinde asla aldatmaya kaytarmaya gitmeyecek ve Rabbine tevekkül edecek. Bir işçi çalıştığı yerdeki işi yine işverenin bir emaneti olarak bilecek, asla işle ilgili aksaklığa gitmeden çalışacak ve Rabbine tevekkül edecek. Bir çiftçi kardeşim toprağını zamanında sürecek, tohumunu atacak, gübresini gerektiği gibi verecek iyi ürün almak için kendisine öğretilen tekniklerden istifade edecek ve işin sonucunu Rabbine bırakıp tevekkül edecek. Hayatla ilgili daha birçok örnek verebiliriz. Hayatın hangi safhasında olursa olsun, ister aile hayatında ister okul hayatında, ister iş hayatında, ister ticari hayatta ister, isterse sosyal hayatta biz üzerimize düşen vazifeyi gerçek anlamda yerine getirme gayreti içinde olmalı ve işin neticesini Rabbimize havale etmeli tevekkül etmeliyiz. Bir kıssa ile konumuzu daha anlamaya çalışalım. Hz. İbrahim’i yakmak için Nemrut çok büyük bir ateş yaktırmış. Bu ateşin söndürülmesi için bir karınca sırtına küçük bir su parçası koyup gitmeye başlamış. Karıncaya demişler; “Sen bu suyla Hz. İbrahim’in ateşini söndüremezsin” diye. Karınca “söndüremezsem bile ben bana düşen vazifeyi yerine getirmiş olurum” diye cevap vermiş. Yaşantımızda bir çok şeyi arzu etmekteyiz. Arzu ettiğimiz şeylerin ise kendimiz için hayırlımı şerlimi olduğunu bilmemekteyiz. Bu sebeple biz arzu ettiğimiz şeyler için çalışmalı çaba göstermeli ve işin nihayetini Allah’a (c.c.) bırakmalıyız. Sonucunda ise bize verilene razı olmalı, ele geçmeyenlerden dolayı Rabbimize asla isyan etmemeliyiz. Karınca misali biz bize düşeni yapalım. Gerisini en iyi Yaratanımız bilir.
Yüce Allah bu aleme bir kanun koymuştur. Her şey bu kanunlarla idare edilmektedir. Ekin elde etmek için tohum şarttır. Meyve için ağaç, ağaç için güneş ve su şarttır. Mahsul elde etmek için çalışmak şarttır. Ekmeden biçilmemekte, yemeden doyulmamaktadır. Çocuk sahibi olmak için ananın yumurtasına babanın spermine ihtiyaç vardır. Allah her şeye kadirdir. Elbette Rabbimiz Kadir-i mutlaktır. İstediği şeyi istediği gibi yapmaktadır. Bu O’nun azametinin gereğidir. Hz. Adem’i anasız babasız, Hz İsa’yı babasız yaratmıştır. Hz. İbrahim’in ateşini kendisi için esenlik yapmış, Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kesmek için bilevlediği bıçak O’nu kesmemiştir. Hz. İsa Allah’ın izniyle ölüleri diriltmiş, Sevgili Peygamberimizin bir işaretiyle ay ikiye ayrılmıştır. Bunların hepsi harikulade şeylerdir. Rabbimizin mutlak hakimiyetinin ispatıdır. Bunların hepsi birere mucizedir ve mucizeler Allah’ın dilediğine verilir. Bu gibi olayların hepsi bütün insanlar için kanunlara aykırı olduğu için harikulade, mucize adını almıştır. Oysaki aleme konulan kanunlar (Sünnetullah) her zaman devam etmektedir. Yüce Rabbimiz Peygamberlerini desteklemek, insanları hidayete götürmek amacı dışında koymuş olduğu kanunlara, vermiş olduğu vaadine muhalefet etmemektedir.
Günümüzde bazı insanların özellikle kader meselesinde hep yanlışlıklara düştüklerini üzülerek görmekteyiz. Aslında hiçbir kardeşimizin kader meselesiyle ilgili bir problemi yoktur. Çünkü hepimiz her şeyin rabbimizin yaratmasıyla olduğunu kabul etmişizdir. O ol demeden hiçbir şeyin olmayacağını inkar edenimiz yoktur. her şeyin kaderle olduğunu kabul etmekteyiz. İşte tam bu noktada kader meselesinde problemimiz olmamakla beraber asıl problemimiz tevekkül konusundadır.
Biz bize düşenleri yerine getirmeden Rabbimizin bilgisini sorgulamaya çalışıyoruz ki, bu çok yanlıştır. Bir müteahhit kendisine düşen vazifeyi tam anlamıyla yerine getirmez, ev yaparken malzemeden çalar, düşük kalitede mal kullanır, binayı gerektiği gibi konulan kanunlara göre yapmaz, sonra bina yıkıldığı zaman “ne yapalım kaderimiz böyleymiş” diyerek işin içinden çıkmak ister. Bu doğru mudur? Asla doğru değildir. Çünkü müteahhit kendisine düşeni yapmamıştır ve sorumluluğu kadere atmakla sorumluluktan kurtulamayacaktır. Bir öğrenci gereği gibi dersine çalışmayıp sonuçta başarız olur ve “ne yapalım kaderimize razı geleceğiz” derse yanlış söylemiş olur, Çünkü öğrenciye düşen çalışmak idi. Çalışmadığından dolayı sorumluluktan kurtulamaz. Yine alkol alıp sürat yaptıktan sonra kaza yapıp nihayetinde hayatını sonlandıran bir kişi için “takdir-i ilahi böyleymiş” diyemeyiz. Çünkü bize düşen sebeplere sarılmak idi. Sebeplere sarılmadığımız için asla sorumluluğu kadere atamayız. Alkol almamak sebebe sarılmaktır. Arabayı hız limitinde sürmek sebebe sarılmaktır. Devletimiz tarafından koyulan kanunlara uymak sebebe sarılmaktır.
Sebeplere sarılmak yerine hep hatayı kadere yüklemek hatalarımızdan ders çıkarmamamıza ve nihayetinde dünyada ahirette de kaybetmemize sebep olacaktır. Mehmet Akif Ersoy bu hususu çok güzel dile getirmiş ve hatanın kader inancımızda değil tevekkül inancımızda olduğunu şu dizeleriyle bizlere aktarmıştır.
Taleb nasılsa, tabî'î, netîce öyle çıkar,
Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimâli mi var?
"Çalış "' dedikçe şerîat, çalışmadın, durdun,
Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
…
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,
Birer birer oku tekmil edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür. Vazîfesidir...
Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk, çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...
Hudâ vekîl-i umûrun değil mi? Keyfine bak!
…
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerektir... Ne saygısızlık bu!
Hudâ-yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;
Utanmadan da tevekkül diyor bu cür'ete... Ha?
…
Senin bu kopkoyu ,sirkin sığar mı îmâna?
Tevekkül öyle tahakküm demek mi Yezdân'a ?
Kimin hesâbına inmiş, düşünmüyor, Kur'ân...
Cenâb-ı Hak çıkacak, sorsalar, muhâtab olan!
…
Görür de hâlini insan, fakat, bu derbederin,
Nasıl günâhına girmez tevekkülün, kaderin;
Sarılmadan en ufak bir işinde esbâba,
Muvaffakiyyete imkân bulur musun acaba?
Hamâkatin aşıyor hadd-i i'tidâli, yeter!
Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster!
"Kader" senin dediğin yolda şer'a bühtandır.
Tevekkülün, hele, hüsrân içinde hüsrândır.[4]
Yüce Allah Peygamber Efendimize bir ayette şöyle buyurmaktadır.
وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
“…İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”[5] Ayette Efendimize Rabbine tevekkül et demeden önce onlarla istişare et, gerekli tedbirleri al ve artık karar verdiğin zaman Rabbine tevekkül et demektedir. Bu bize yol gösterici olmalıdır. Tevekkül görevi Yaratana bırakmak değildir. Tevekkül Allah’ın kullarından yapmasını istediği şeyleri kendisine havali etmek değildir. Böyle bir tevekkül anlayışı sebebiyle hep yanlışlara sürüklenmekteyiz. Her birimiz bulunduğumuz konumda gerekli ve doğru çalışmaları yaptıktan sonra işin nihayetini Rabbimize bırakacağız. Tevekkül ise tevekkülümüz bu olmalıdır.
Tevekkül anlayışımızda bulunan eksikliklerden biride şudur. Hayır ve şer Allah’tan değil midir? O zaman benim yapabileceğim hiçbir şey yoktur diyerek hatalara sürüklenmekteyiz. Durum böyle midir? Bize düşen hiçbir vazife yok mudur? Elbette durum bundan ibaret değildir. Hayır ve şer Allah’ın yaratması iledir. O’nun yaratması olmadan hiçbir şey meydana gelmemektedir. Bununla beraber hayır Allah’tan şerler yani kötü olarak bildiğimiz şeyler ise kendi yaptıklarımızdan dolayıdır. Bu manada eğer biz kötü olana gitmez isek, kötü olana gitmeme yolunda bütün azmimizi gösterir isek rabbimiz bu çalışmamızın karşılığı verecek ve bizi kötü yolda bırakmayacaktır. Ama iyi yolda olmasak dahi Rabbimiz bizim iyi yolda olmamız için hayırlar yaratmıştır. Kur’an bir hayırdır. Peygamberimiz bir hayırdır. İlmiyle amil olan alimlerimiz bizim için bir hayırdır. Yanlışlıklara sürüklenmemiz için bizi uyaranlar bizim için hep hayırdır. Bu hayırlar Rabbimizdendir. Bizim dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmemiz içindir. İşte biz bizim için Rabbimiz tarafından bu hayırları görmezlikten gelir de şerre düşer isek işte o zaman Rabbimiz bizim için şer olanı yaratmaktadır. Peygamber Efendimizin bir hadisini sizinle paylaşmak isterim. Efendimiz şöyle buyurmaktadır. “Sizden biriniz mutlaka Allah’a hüsn-i zan ederek ölsün”[6] Yukarıda açıklamaya çalıştığımız yanlış inançlara bürünürsek Rabbimizin bizleri (haşa) cehennemlik yarattığına inanırız ki, buda Rabbimiz için Su-i Zan olacaktır. Oysaki Allah’tan ümit kesilmez. O hataları bağışlayandır. O kullarının dünya ve ahiret mutluluğu için sebepler yaratandır.
Yüce Rabbim İmanımızı kamil eylesin. Amelimizi salih eylesin. Kalbimizi temiz eylesin. Doğru davranış şekillerini ortaya koyarak, yanlış inançlardan arınarak Kendi rızasına uygun işler yapmayı cümlemize nasip etsin. Bise düşen vazifeyi harfiyen yerine getirip, sonucu Rabbimize bırakıp gerçek tevekkül inancıyla yaşayanlar eylesin. Geceniz mübarek olsun. Allah’a emanet olun.
Ahmet ÜNAL
Vaiz