Geçici Dünyaya Aldanma (Dünyevileşme)

Geçici Dünyaya Aldanma (Dünyevileşme)*

 

فَأَمَّا مَن طَغَى {} وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا {} فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَى {}

“Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse şüphesiz, cehennem onun varacağı yerdir.” (Nâziât, 79/37-39)

 

عَنْ أَنَسٍ - رضى الله عنه - قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم

يَكْبَرُ ابْنُ آدَمَ وَيَكْبَرُ مَعَهُ اثْنَانِ حُبُّ الْمَالِ ، وَطُولُ الْعُمُرِ

Enes b. Mâlik’in (ra) rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlu büyürken beraberinde şu iki şey de büyür: Mal sevgisi ve uzun ömür (temennisi).” (Buhârî, Rikâk, 5)

Dünyevileşme Nedir?

Dünyevileşme, Allah’ı ve âhireti tamamen inkâr etme neticesinde olabileceği gibi Allah’ın varlığını kabul ettiği hâlde onun kişi üzerindeki rolünü görmezden gelme şeklinde de olabilir. Allah’ın varlığını kabul etmeyen, onu inkâr eden kimselerin pek çoğu âhiret hayatına inanmadıkları için zaten dünyevileşmişlerdir. Ama Allah’a iman etmiş ancak dünya hayatının geçici fırsatlarına aldanmış birçok Müslüman’ın da dünyevileşmesi söz konusu olabilmektedir. Âhirete iman ettikleri hâlde hiç ölmeyecekmişçesine dünyaya sarılan, ölüm ve ötesini sürekli öteleyen, âhirete yönelik gerekli yatırımı ihmal eden nice Müslüman vardır. Aslında bu tutum, biraz da insanın tabiatından kaynaklanmaktadır.

Dünyevileşmek, Allah’ı ve âhireti unutarak büyük bir hırsla dünyaya sarılmak, hiç yok olmayacakmış gibi dünya malına düşkün olmaktır. Dünyevî imkânları elde etmek ya da zengin olmak dünyevileşmek değildir. Yeter ki insan elde ettiği maddî imkânları kontrol edebilsin, onların mahkûmu olmasın, onları gönlüne sokmasın, onları Allah’ın rızasına uygun bir şekilde kullanabilsin... Allah Resûlü’nün üzerinde durduğu temel nokta budur. Yoksa malın bizatihi kendisi şer değil, malın haramdan elde ediliş biçimi veya tamahkârlık şerdir.

Hz. Peygamber (sav), yeryüzünün bolluk ve nimetlerinin aldatıcı cazibesine dair ashâbına uyarılarda bulunurken onlardan biri, “Hiç hayır (mal), şer getirir mi?” diye sormuştu. “Elbette hayır (mal) ancak hayır getirir.” karşılığını veren Efendimiz, “Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Ne mutlu sahip olduğu maldan yoksullara, yetimlere ve yolda kalmışlara verenlere! Malını haksızlık yaparak kazanan ise, bir türlü doymak bilmeyen obur kimse gibidir. Kıyamet gününde bu mal onun aleyhine şahit olacaktır.” buyurmuştu. (Müslim, Zekât, 123) 

Huneyn ganimetlerinin dağıtılması esnasında da müellefe-i kulûbden yani kalplerini İslâm’a ısındırmak için kendisine malî yardım yapılanlardan olan Hakîm b. Hizam ganimetten kendisine düşen payı aldıktan sonra onunla yetinmeyerek Allah Resûlü’ne tekrar gelmiş ve biraz daha istemişti. Hz. Peygamber (sav) bu şekilde üç kez üst üste kendisine müracaat eden Hakîm’i hiç bir defasında boş göndermemiş ancak sonuncusunda ona şu öğüdü vermiştir: 

أَنَّ حَكِيمَ بْنَ حِزَامٍ - رضى الله عنه - قَالَ سَأَلْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَعْطَانِى ، ثُمَّ سَأَلْتُهُ فَأَعْطَانِى ، ثُمَّ سَأَلْتُهُ فَأَعْطَانِى ثُمَّ قَالَ  يَا حَكِيمُ إِنَّ هَذَا الْمَالَ خَضِرَةٌ حُلْوَةٌ ، فَمَنْ أَخَذَهُ بِسَخَاوَةِ نَفْسٍ بُورِكَ لَهُ فِيهِ ، وَمَنْ أَخَذَهُ بِإِشْرَافِ نَفْسٍ لَمْ يُبَارَكْ لَهُ فِيهِ كَالَّذِى يَأْكُلُ وَلاَ يَشْبَعُ ، الْيَدُ الْعُلْيَا خَيْرٌ مِنَ الْيَدِ السُّفْلَى

Hakîm b. Hizâm (ra) şöyle anlatıyor: “Resûlullah’tan (sav) (Huneyn ganimetlerinden) istedim, o da bana verdi. Sonra yine istedim ve yine bana verdi. Sonra tekrar istedim ve o bu defa da bana verdi. Sonra şöyle buyurdu: ‘Ey Hakîm! Bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim bu mala engin bir gönülle ve göz dikmeksizin sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple bu malı arzularsa tıpkı doymak bilmeyen obur bir kimse gibi onun için malın bereketi kaçar. Veren el, alan elden üstündür.’” (Buhârî, Zekât, 50)

 

Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerimde buyurduğu gibi insanoğlu, çarçabuk geçen dünya hayatını sever ve âhireti geri bırakır. Kur’an-ı Kerim’de bu hususlar şöyle buyrulmaktadır.

كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ {} وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ {}

“Hayır, hayır! Sizler, çabuk elde edeceğiniz dünya nimetlerini seversiniz. Ahireti bırakırsınız.” (Kıyame, 75/20-21)

إِنَّ هَؤُلَاء يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَاءهُمْ يَوْماً ثَقِيلاً

“Doğrusu insanlar, çabuk elde edilen dünya nimetlerini severler de ağırlığı çekilmez günü arkalarında bırakırlar.” (İnsan, 76/ 27)

Dünyaya aldananlar dünde vardı, bugünde var.

İslâm, dünya hayatından bağımsız, salt uhrevî bir hayatı hedef alan bir nizam değildir. Bilâkis İslâm, kişinin hayattaki her faaliyetini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen aktif bir dindir. Allah’ın koymuş olduğu emir ve yasaklar insanın hayatını her yönüyle şekillendirir. Fakat kişi, Allah’ı unutup O’nu gündeminden çıkarttığı ve O’nun emir ve yasaklarını göz ardı ettiği ve bunun sonucunda tamamen dünyanın meşgalelerine daldığı anda dinin bu yönü o kimse üzerindeki etkisini yitirir. Sonuçta bu kimse dünyevileşmiş olur. Kur’an’da bunun birçok örneğine rastlayabiliriz.

Karun malıyla şımarmıştı

إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِن قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ {} وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ {}  قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ  عَلَى عِلْمٍ عِندِي أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِن قَبْلِهِ مِنَ القُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعاً وَلَا يُسْأَلُ عَن ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ {}

“Karun, Musa'nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Milleti ona: "Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah'ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah'ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez" demişlerdi. Karun: "Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir" demişti. Allah'ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz.”  (Kasas, 28/76-78)

Firavun her şeyi kendisinin zannetmiş, milletini küçümsemiş ve şımarmıştı

وَنَادَى فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِن تَحْتِي أَفَلَا تُبْصِرُونَ {} أَمْ أَنَا خَيْرٌ مِّنْ هَذَا الَّذِي هُوَ مَهِينٌ وَلَا يَكَادُ يُبِينُ {} فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِّن ذَهَبٍ أَوْ جَاء مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ {} فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِقِينَ {}

“Firavun, milletine şöyle seslendi: "Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz? Yahut ben zavallı ve nerdeyse konuşamayan bu kimseden daha üstün değil miyim? Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardım edecek melekler gelmeli değil mi? Firavun, milletini küçümsedi ama onlar kendisine yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir milletti.” (Zuhruf, 43/51-54)

Ayetlerden sizlere aktardığımız üzere Karun ve Firavunun bu halde olmasının sebebini yine Kur’an-ı Kerim’den bir ayetle öğrenelim. Öğrenelim ki; onların düştükleri yanlışlıklara bizlerde düşmeyelim.

اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُوْلَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ

“Şeytan onları hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın tarafında olanlardır. İyi bilin ki şeytanın tarafında olanlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Mücadele, 58/19)

Efendimiz (s.a.s.) bizleri uyarıyor

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Bahreyn halkıyla savaş yapmadan bir barış anlaşması imzalamış ve vaktiyle buraya elçi olarak gönderdiği el-Alâ’ b. el-Hadramî’yi Bahreyn’e vali tayin etmişti. Toplanan cizye vergisini Medine’ye getirmesi için de “kendi ümmetinin emini” olarak nitelendirdiği Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı Bahreyn’e göndermişti.

Günlerce süren yolculuktan sonra nihayet Ebû Ubeyde cizye malları ile birlikte bir sabah namazı vakti Medine’ye ulaşmıştı. Peygamber Efendimizin arkasında kılınan sabah namazının ardından, Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den yüklü miktarda bir mal ile döndüğü haberi yayılıverdi kısa sürede. Sahâbe hemen onun yanında toplanarak neler getirdiğini sormaya başladılar. Bu arada Allah Resûlü de mescitten dışarıya çıkıyordu. Dışarıda Ebû Ubeyde’yi ve etrafında toplananları gördü. Ebû Ubeyde’nin yanında oluşan kalabalığın, onun Bahreyn’den getirdiği mallar nedeniyle toplandığını fark etmişti. Resûlullah, sahâbîleri bu hâlde görünce gülümsedi ve onlara, “Öyle sanıyorum ki siz, Ebû Ubeyde’nin pek çok şey ge­tirdiğini duydunuz!” buyurdu. Onlar da, “Evet, ey Allah’ın Resûlü!” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Sevinin ve sizi sevindirecek nimetleri bekleyin! Vallâhi (bundan sonra) sizin üzerinize fakirlikten korkmam. Ancak ben sizden önceki ümmet­lerin önüne dünya(nimetleri)nın yayıldığı gibi sizin önünüze de ya­yılıp onların o dünya (nimetleri) için yanıp tutuştukları gibi sizin de yanıp tutuşmanızdan ve bunun onları helâk ettiği gibi sizleri de helâk et­mesinden korkarım.” (Buhârî, Megâzî, 12)

İnsanoğlu dünya malına karşı tamahkârdır

Kur’an’da anlatılan dünyevileşmiş insan tiplerinin ortak özelliği dünyadan mal, şöhret ve hükümranlık gibi bir menfaat elde etmiş olmalarıdır. Rabbimiz,

وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِّن نَّذِيرٍ إِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَا إِنَّا بِمَا أُرْسِلْتُم بِهِ كَافِرُونَ

 “Biz, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri, ‘Biz, sizinle gönderileni inkâr ediyoruz.’ demişlerdir.” (Sebe’, 34/34) buyurarak bu gerçeğe işaret etmektedir.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.s.) bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır.

لَوْ أَنَّ لاِبْنِ آدَمَ مِثْلَ وَادٍ مَالاً لأَحَبَّ أَنَّ لَهُ إِلَيْهِ مِثْلَهُ، وَلاَ يَمْلأُ عَيْنَ ابْنِ آدَمَ إِلاَّ التُّرَابُ، وَيَتُوبُ اللَّهُ عَلَى مَنْ تَابَ

İbn Abbâs’ın (ra) işittiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa bir vadi dolusu malı daha olmasını arzu eder. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doldurur. Allah tövbe eden kimse­nin tövbesini kabul eder.” (Buhârî, Rikâk, 10)

Ümmet-i Muhammed’in en büyük fitnesi dünya malıdır

Asıl itibariyle dünya malı insan için musibet değildir. Musibet olan dünya malına tamah etmek, onu elde etmek için haramlara bulaşmaktır. Yoksa hiç kuşkusuz insanoğlunun doğasında dünya ve nimetlerine karşı bir ilgi bulunur. Yarattığı kullarının fıtratındaki bu gerçeği Yüce Allah bizlere şöyle bildirmektedir.

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ  وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ

 “Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 3/14)

Peygamber Efendimiz (s.a.s) ise biz ümmetini şöyle uyarmaktadır.

عَنْ كَعْبِ بْنِ عِيَاضٍ قَالَ سَمِعْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ   إِنَّ لِكُلِّ أُمَّةٍ فِتْنَةً وَفِتْنَةُ أُمَّتِى الْمَالُ

Ka’b b. İyâz’ın (ra) işittiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizî, Zühd, 26)

Allah Resûlü’nün bu endişesi, bütün müminlere değil dünyaya aşırı tamah gösterip imtihanı kaybedenlere yönelikti. Zira Allah’ın kulları için yarattığı dünya nimetleri ve rızıkları herkesten önce Allah’a iman etmiş kimselere lâyıktır. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bizlere şöyle buyurmaktadır.

وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ

“Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.” (Kasas, 28/77)

قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللّهِ الَّتِيَ أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالْطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ قُلْ هِي لِلَّذِينَ آمَنُواْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

“De ki: ‘Allah’ın, kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?’ De ki: ‘Bunlar, dünya hayatında müminler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür.’” (Arâf, 7/32)

Yüce Rabbim hayırdan kazanmayı, hayra harcamayı, dünya hayatına aldanmadan yaşam sürdürebilmeyi cümlemize nasip etsin. Bugünkü vaazımızı ilahi olarak belki de birçoğumuzun dinlediği şu dizelerle sonlandırıyorum.

 

Aldanma dünyanın velvelesine,

Hepsi boş heves bir gün öğrenirsin, 
Kimi hakka koşar kimi tersine, 
her nefesin hesabı var görürsün.. 

Rüya gibi hayat bir gün bitecek,

Bitmeyecek gibi dalıp ta batma

Mahşer günü nefsin hesap verecek,

Yarın terazide azıksız kalma

 

www.guncelvaaz.com 

Ahmet ÜNAL

Uzman Vaiz

 

 *Vaazımız DİB Hadislerle İslam kitabının Dünyevileşme ve Tamahkârlık bölümü çerçevesinde hazırlanmıştır.

Ekler:
DosyaAçıklamaOluşturanDosya BoyutuOluşturulma
Bu dosyayı indir (geçici olana aldanma.doc)geçici olana aldanma.doc ahmet unal75 kB2016-06-22 12:14
Tags

Yazdır   e-Posta